ABA

Derviş giysisi.

Arap lügatçilerine göre ‘abâ’a veya ‘abâya kelimesinin çokluk ismi olup, klasik yazarlar tarafından teklik manada kullanılmıştır.

Yünden dövülerek yapılan kalın kumaş ve bu kumaştan yapılmış geniş, başın ve kolların geçmesi için üst ve yan tarafları delik, yakasız, kolsuz, önü açık, uzun bazen hemen diz altında kalacak şekilde kısa giysidir.

Genellikle beyaz olup, farklı renklerde de örme ve dövme olarak imal edilen bu kumaşın karaya çalanına “kebe” denir. Örme yünden yapılan kısmen ince abadan hırka, cepken, şalvar, cübbe, potur, heybe, hurç, çakşır, kalçır, terlik; dövme yünden elde edilen kalınlarından kepenek ve eğer örtüsü yapılır.

Şekil bakımından farklılık göstermekle birlikte Suriye, Arabistan, Mısır ve Mağrip’te olduğu gibi Anadolu halkı arasında da kullanılan, sofilerce züht ve fakr alameti olarak tercih edilen ve kökeni Hz. Peygamber’e kadar uzandığı rivayet edilen bu kıyafetin, bütün tarikatların derviş ve müritleri tarafından giyilmesinin sünnete bağlılık için olduğu zikredilir.

“Aşkullah”a ve “Aşk-ı Resulullah”a remz olan abayı giyen kişiye “abâ-pûş” denir ve bu sıfat, Abapuş Bali Çelebi* gibi bazı Mevlevi büyükleri için unvan olarak kullanılmıştır. Hz. Mevlâna da aba giyenleri “çul içindeki sultanlar” olarak nitelemiştir.

Aba yanında hırka, sûf, kisâ, nimre ve mirt gibi kıyafetler de sofiler tarafından kullanılmış, sonraları aba, “hırka-i sûfiyye” ve “hırka-i peşmîne” şeklinde de tarif edilmiştir. Hak dostları, tasavvufî geleneğe sadakatlerinin bir ifadesi olmak üzere gösterişsiz elbiseler giyerek kendilerini halktan gizlemeyi tercih etmişlerdir.

Veysel Karani’nin eski elbiseleri birbirine yamayarak örtünme ihtiyacını karşılamasını örnek alan dervişlerin, hırkalarının helal maldan olmasına itina göstermeleri, bu yüzden mallarının helal olduğuna inandıkları sofilerden kumaş parçaları toplayıp, bunları birbirine dikmek suretiyle kendilerine -Arapçada yamalı manasına gelen “murakka” aba yapmaları, böyle giyinenlere “alaca abalı” denilmesi dilimize “Abası kırk yerinden yamalı” deyimini kazandırmıştır.

Bundan başka, Hak âşığı sayılan dervişler etrafında “aba” kelimesinin mecazen kullanıldığı: âşık olmak anlamında “Abası yanık”, “Abayı yakmak”; ölmek anlamında “Abaya bürünmek”, “Başını abaya çekmek”; derviş geçindiği hâlde dervişliğe yakışmayan davranışlarda bulunmak anlamında da “Aba altından sopa göstermek”, bir yükten ve sorumluluktan sıyrılmak, ferahlamak anlamında “Abayı atmak”, kendini kayıracak eşi dostu bulunmayan, kimsesiz kişilerin üzerine suç atılması anlamında “Vur abalıya” ve dervişliğe intisap etmek anlamında da “Aba giymek” gibi deyimler oluşturulmuştur.

Atasözlerimiz arasında yer alan “Aba vakti yaba, yaba vakti aba olmaz.”, “Abanın kadri yağmurda bilinir.”, “Bir abam var atarım, nerde olsa yatarım.”, “Aba da bir, kebe de bir giyene; güzel de bir, çirkin de bir sevene.”, “Aba yeninden yıldız gösterir.” vb. Türkçemizin söz varlığını zenginleştirmiştir.

Halkın, aba giyen sofilere evliya nazarıyla bakıp onlara hürmet göstermesini fırsat bilen bazı art niyetli kişilerin, bu kıyafete bürünerek samimi duyguları suistimal ettikleri de görülmüştür. Bu durum: “Aba giyen nice zındık, kabâ (değerli kıyafet, kaftan) giyen nice sıddık vardır.”, “Abada aradığımı kabâda buldum.” gibi söyleyişleri ortaya çıkarmıştır.

 

MUSTAFA ÇIPAN

BİBLİYOGRAFYA

  • Gölpınarlı, 1977, 1-4; Aşçı İbrahim Dede, 2006, XXVII; Cebecioğlu, 2005, 9; Pala, I/13; Çıpan, 2002b, 167; Koçu, Giyim Kuşam, 7, 8; Baba, 1998, 8; Küçük, 2003, 178; Uludağ, 1988, I/4-5; İstanbulî, 2005, 121-126; İA, I/1-2; TA, I/7.