Çeşitli kaynaklarda doğum ve ölüm tarihleri konusunda farklı yıllara işaret edilen (1772, 1784; 1834, 1841) Âşık Şem’î, Konya’nın Piresat Mahallesi’nde doğdu. Asıl adı Ahmet olup dönemin ünlü helvacılarından Mehmet Ağa’nın oğludur. Ataları, Pir Esat oğlu Hacı Hüseyin Ağa’ya kadar uzanmaktadır.
Yetişme çağında şiire karşı olan ilgisi, baba mesleğinden daha çok bu alana yönelmesine yol açmış, anlatılanlara göre, atalarından birinin adı olan Şem’î’yi mahlas olarak almıştır. Okur-yazar olmadığı, bade içtiği, vb. konularda kaynakların verdiği bilgileri şüpheyle karşılamak gerekir. Ölümünden sonra oluşturulan ve yirmi beşten fazla basılan bir divanı da olan, külfetli bir dille ve aruz ölçüsüyle pek çok şiirler yazan bir şairin okur-yazarlığından şüphe edilmesi düşünülemez.
Tezkirelerde, bir bölümü hakkında yeterince bilgi bulamadığımız altı Şem’î’den söz edilmektedir. Ancak kendisi de bir tezkirede (Fatin) yer aldığı hâlde, nedense bu sayının içine alınmamıştır. Hakkında, ölümünden sonra kaleme alınan önemli kaynaklarda, bir bölümü eksik ve yanlış da olsa, bilgileri görmekteyiz: Fatin (Hâtimetü’l-Eş’âr), Mehmet Süreyya (Sicill-i Osmânî), İbnülemin Mahmut Kemal İnal (Son Asır Türk Şairleri), Şemseddin Samî (Kamusu’l-A’lâm), Bursalı Mehmet Tahir (Osmanlı Müellifleri), vb.
Mahlasdaşları arasında en ünlüsü olan Prizrenli Şem’î 936/1530’da vefat etmiştir. Ancak pek çok tezkirede yer alan bu ünlü klasik şairimizle Âşık Şem’î adı, âşığın ölümünden sonra oluşturulan kaynaklardaki adaşlarıyla sıkça karıştırılmıştır. Âşık Şem’î’nin divanındaki bazı şiirlerin Prizrenli’ye ait olduğu güvenilir kaynaklarda dile getirilmektedir.
Gençliğinden itibaren birkaç defa İstanbul’a gitmiştir. Orada, baba mesleği olan helvacılıkla da ilgilendiği söylenirse de doğru değildir. O, İmparatorluğun başşehrinde âşık meclislerine katılmış, ustalığını kabul ettirmiştir. Bu arada öbür âşıkların muammalarını çözmek, kendi astığı muammalarla öbür âşıkları mat etmek suretiyle şöhretini geniş kitlelere ulaştırmıştır. Bu arada saraya da kabul edilmiş, dönemin sultanı Üçüncü Selim (1789-1807)’in huzurunda saz çalıp şiirler okumuştur. Rivayete göre Sultan, âşıklara reislik eden Şem’î’nin İstanbul’da kalmasını istemişse de o kabul etmeyip Konya’ya dönmüştür. Ancak onun dönüşü Çarşı Ağalığı unvanıyladır ve Şem’î böylece memleketine saygın bir sıfatla dönmüştür.
Bir şiirinde yer alan, “Mevleviyim, Mevleviyim, pirimiz Molla-yı Rûm” mısraından, onun Mevleviliğe bağlandığını anlıyoruz. Şem’î, hac görevini yerine getirmek için kutsal toprakları da ziyaret etmiştir.
Torunu Emine Hanım da âşıktır. Onun, Atatürk’ün Konya’ya gelişi sebebiyle söylediği şiiri fazlasıyla tanınmıştır.
Rivayetlerin aksine belirli bir eğitim aldığını söyleyebileceğimiz Şem’î, hece ile yazdığı şiirlerinde daha duru bir dil kullanmıştır. Elimizdeki şiirlerinin büyük çoğunluğu aruz ölçüsüyle yazılanlar olup bu durumu yadırgamamaktayız. Çünkü hece ile olan şiirleri irticalen söylendiği için, genellikle kaydedilmiyordu. Koşma ve destanlarıyla başarılı örnekler vermiştir. Kendisini geniş kitlelere tanıtan ve belirli bir beste ile okunduğu için de musiki meclislerinin vazgeçilmezleri arasına giren “Konya’nın” redifli şiiri onun en çok bilinen, sevilen ve okunan şiiridir.
İstanbul’da olduğu gibi, Konya’da da bulunduğu yıllarda, âşıkların devam ettiği kahvehanelere gitmiş, orada dönemin ünlü âşıklarıyla karşılaşmıştır. Bu âşıklar arasında, bir ara Konya’da da bulunup bir âşık kahvesi işleten Âşık Dertli’yi sayabiliriz. İstanbul’da bulunduğu yıllarda, saraya girip çıkmasının verdiği kıskançlıkla zehirlenerek öldürüldüğü görüşünün hâkim olduğu Silleli Sururî’nin hocası olması ihtimali zayıftır. Başta Cahit Öztelli ve İbrahim Aczi Kendi olmak üzere, bazı araştırıcılar onun Âşık Ömer’in etkisinde kaldığını, bazı şiirlerinde Ömer’e yazılmış nazire özellikleri olduğu ileri sürdükleri görülmektedir.
Halıcı, ölümünden sonra pek çok zorlukları yenerek yayımlanan Divân-ı Şem’î’nin yirmi sekiz ayrı baskısının yapıldığını söylemektedir. Divanının basılmasının gecikme sebepleri arasında; beğenilmeyen mısra ve kelimeler için izin makamının ısrarlı tutumunu, hazırlık aşamasında defterin kaybolmasını sayabiliriz.
Mezarı, Mevlâna Türbesi’nin Üçler Mezarlığı’na bakan dış kısmında, yaya kaldırımının üzerindedir. Sülalesi, bugün, “Şemiler” diye bilinmektedir.
İlk ve son şiirleri olduğu ileri sürülen iki koşması, İ. Aczi Kendi* tarafından kitabının sonuna alınmıştır.
KONYA METHİYESİ
Aşk u şevkile kurulmuştur binâsı Konya’nın
Anın içün bâd-ı cennettir havâsı Konya’nın
Hicrine mahbûbunu kılmış muhayyer âşıkı
Dâvet etmiş dostuna olmuş havâsı Konya’nın
Hor gezer âdemleri amma velî irfân olur
Hâfızı gayet cerî âlimleri ummân olur
Hâsılı bir katre âbın nûş eden arslan olur
Galiba toprağının bu iktizâsı Konya’nın
Açtı candan yâreyi gûş eyledik neyle kudüm
Biz anın dervişiyiz inkârımız yok bilumûm
Şah-ı Kutbü’l-ârîfindir Hazret-i Monlâ-i Rûm
Şüphesiz makbûl-i Hak’tır evliyâsı Konya’nın
Bülbül elhân eylemez bu beldede vakt-ı seher
Zikr-i Mevlâna ki mâni olmuş ol murga meğer
Heft kişverde hezâr âşıkları ya hû çeker
Zümre-i nâdan değildir mübtelâsı Konya’nın
Evliyâsın eyliyem dersen eğer bir bir hisâb
Eylesem icmâl-i tafsîlin olur bin cild kitâb
Sen de eyle bâb-ı Mevlâna’ya durma intisâb
Ordadır âşıkların açık livâsı Konya’nın
Konya’da Eflatun misâli vardır çok ricâl
Gösterir âyine-i İskenderî’den çok cemâl
Bulunur civâr-ı Mevlâna’da erbâb-ı kemâl
Her şebi rûz eylemiş Şems’in ziyâsı Konya’nın
Kış olunca donanır ahbâbla vahdet-hâneler
Kurulur bâzâr-ı aşk ma’mûr olur kâşâneler
Şem’î’yâ aşkın yakar pervâz ider pervâneler
Yaz olunca var Meram üzre safâsı Konya’nın
Âşık Şem’î