Cem Sultan, küçük yaştan itibaren saltanat için yetiştirilmiş, eğitimine özel önem verilmiş bir şehzadedir. Tahsili sırasında silahşorluk ve binicilik gibi askerî dersler almış, yönetim konusunda tecrübe kazanmış, Arapça, Farsça ve devrin bütün ilimlerini öğrenmiş, çok genç yaşta şiir yazmaya başlamıştır. Konya’da sancak beyi olarak görevli bulunduğu yedi yıl boyunca (1474-1481) bir yandan eğitimine, diğer taraftan şiirler yazmaya ve şiir sohbetlerine katılmaya devam eden Cem Sultan’ın etrafında Sa’dî (Cem Sa’dî’si), Haydar Çelebi, Sirozlu Kandî, Sehâyî, La’lî, Edirneli Şâhidî ve Türâbî gibi şairler toplanmış; Konya’da bir edebiyat ve kültür muhiti oluşmuştur. Çevresine kümelenen şairlerin bir kısmı daha sonra Cem Sultan memleketini terk ettiğinde de onunla birlikte gitmişler, şehzadeyi gurbetteki kederli yıllarında yalnız bırakmamışlardır. Bu yüzden bu şairler, “Cem Şairleri” olarak anılır. Başta Sa’dî olmak üzere bu şairlerin Cem Sultan’ın yenilgiye uğradığı, saltanat ümitlerini kaybettiği, hatta esir düştüğü dönemlerde ona sadık kalmaları menfaat için değil, yürekten bağlılıkları sebebiyledir. Âşık Çelebi, tezkiresinde Cem Sultan’ın Sa’dî-i Cem ile divanını, “kerem” ve Câm-ı Cem nûş eyle ey Cem bu Frengistândur/ Her kulun başına yazılan gelür devrândur” matlalı meşhur “râiyye” kasidesini II. Bayezit’e gönderdiğini bildirir. Haydar Çelebi de Sultan Cem’in bütün hayatını, sürgün yıllarında Avrupa’da başından geçenleri, çektiği acıları ve papa ile dinî konulardaki tartışmalarını konu edinen Gurbet-nâme-i Sultan Cem adlı eserini kaleme almıştır. (Beşirov, 2001)
Türkçe ve Farsça divanları, Cemşîd ü Hurşîd adlı hacimli mesnevisiyle Cem Sultan’ın klasik Türk şiirine hâkimiyeti yanında Fars edebiyatına da vakıf olduğu anlaşılır. Tezkire müellifleri Cem Sultan’ın şairliğini öven ifadeler kullanırlar. Türkçe şiirlerinde en çok Ahmet Paşa’dan, ayrıca Şeyhî ve Nizâmî’den etkilenmiştir. Ağabeyi II. Bayezit karşısında saltanat mücadelesini kaybetmesi ve yurt dışına kaçmasından sonra şiirlerinde ağırlıklı olarak vatan hasretini, gurbet acısını, yalnızlığını, çektiği sıkıntıları, talihten şikâyetini, keder ve pişmanlığını dile getirmiştir. Oğlu Oğuzhan’ın öldürülmesi üzerine kaleme aldığı “felek” redifli mersiye bir babanın evlat acısını yansıtan, lirik bir manzumedir. Klasik şiirin birinci sınıf şairleri arasında yer almasa da divan edebiyatının malzemesini iyi kullanan, şiir tekniği sağlam bir şairdir.
Eserleri:
Türkçe Divan: Âşık Çelebi’nin Cem Sultan’ın divanını Sa’dî ile Bayezit’e gönderdiği bilgisinden ve divandaki manzumelerin muhtevasından Cem Sultan’ın divanını gurbette tertiplediği düşünülmektedir. İ. Halil Ersoylu’nun yayımladığı (Ankara 1989) divan metninde 2 tevhit, 1 münacat, 2 naat, 4 kaside, 1 terkib-i bend, 1 terci-i bend, 348 gazel, 1 rubai, 41 muamma ve 19 müfret bulunmaktadır. Muammalarının 15 tanesinin açıklama ve çözümleri Mehmet Arslan tarafından yayımlanmıştır (1992, 30-329). Ersoylu, divanın tenkitli metnini hazırlarken altı nüshadan faydalanmıştır. Münevver Okur Meriç ayrıca dört nüshası hakkında bilgi verir (1997, 32-35).
Farsça Divan: Türkçe Divan’la birlikte dört nüshası bilinen Farsça Divan, Cem Sultan’ın Farsçaya şiir yazacak seviyede hâkim olduğunu gösterir. Eserin Bursa nüshası, İsmail Hikmet Ertaylan tarafından tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır (İstanbul 1951). Ertaylan, Cem Sultan’ın Farsça şiirlerinin Türkçe şiirlerinden daha üstün olduğunu belirtir. Naci Tokmak Farsça Divan üzerinde doktora tezi yapmıştır. (Tahran, 1976)
Cemşîd ü Hurşîd (Âyât-ı Uşşâk): Cem Sultan’ın on dokuz yaşında iken Konya’da bulunduğu dönemde, 883/1478’de yazdığı bir mesnevidir. Selmân-ı Sâvecî’nin (ö. 1376) aynı adlı Farsça mesnevisinin tercümesidir. Eser, edebiyatımızda önce Ahmedî, sonra da Cem Sultan tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Cem Sultan, mesnevisini babası Fatih Sultan Mehmet için kaleme aldığını, eserin adının Âyât-ı Uşşâk, lakabının ise Cemşîd ü Hurşîd olduğunu bildirir. 5374 beyitten oluşan mesnevide Çin hakanının oğlu Cemşîd ile Rum kayserinin kızı Hurşîd arasında geçen aşk macerası anlatılır. Cem Sultan, eserini Selmân-ı Sâvecî’den tercüme ettiğini belirtse de Sâvecî’nin 2968 beyitlik mesnevisinden ilham alınarak telif edilmiş bir eser görünümündedir. Eserin ilk nüshası Münevver Okur Meriç tarafından Kütahya Vâhid Paşa İl Halk Kütüphanesi’nde (Nu. 1666) bulunmuş (Okur, 1958); ikinci nüshasını da Cahit Öztelli Ankara İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi’nde (Nu. 18464) bulmuştur (Öztelli, 1972). Mesnevi Münevver Okur Meriç (1997) ve üzerinde doktora çalışması yapan Adnan İnce (2000) tarafından yayımlanmıştır.
Fâl-i Reyhân-ı Cem Sultân: Kırk sekiz beyitlik Türkçe bir mesnevidir. Manzumede Cem Sultan’ın adı geçmemekle birlikte İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki iki divan nüshası içinde kayıtlıdır. İ. Hikmet Ertaylan tarafından tıpkıbasımı yayımlanmış, (İstanbul 1951) Münevver Okur Meriç de makale ile manzumeyi tanıtmıştır (1991, 24-27). Mesnevide çiçeklerin adları verilir, okuyan kişinin bir çiçek adı seçmesi söylenir, sonra da her bir çiçeğin neye işaret olduğu açıklanır. Cem Sultan, manzumenin sonunda gaybı ancak Allah’ın bildiğini, maksadının sanat yapmak olduğunu belirtir.
GAZEL
Câm-ı Cem nûş eyle ey Cem bu Frengistân’dır
Her kulun başına yazılan gelir devrândır
Mekketullâh’ı varıp bir gün tavâf eylediğin
Bin Karaman bin Arab bin mülket-i Osmân’dır
Şükr kıl Allâh’a kim geldin Frengistân’a sağ
Sağlığınca her kişi nefsince bir sultândır
Fırsatı fevt eyleme ayş eyle sür zevk ü safâ
Kimseye bâkî değil bu mülk-i dünyâ fânîdir
Geldiğin şehr-i Franca bâğçesinin her biri
Sidre vü Huld u Naîm ü ravza-i Rıdvân’dur
Âdeme bir zevk kalır dünyada bir yahşı ad
Saltanat bâkî kalır derlerse bu yalandır
Didi Cem bu şi’ri Sultân Bâyezid’in yâdına
Anıcak ol meclisi akan gözünden kandır
Husrev-i âlem şehen-şeh-zâde-i hâkân-ı Rûm
Sâhib-i cûd u kerem şeh-zâde Cem Sultân’dır