CİLTÇİLİK

Yazma eserleri koruma düşüncesiyle gelişen klasik sanat.

Cilt; bir kitap veya mecmuanın yapraklarını dağılmaktan korumak için yapılan koruyucu kapağa denilmektedir. “Cild” kelimesi Arapça olup “deri” anlamına gelmektedir. İlk ciltler tahtadan, daha sonra sadece deriden yapılmışlarken, yüzyıllar boyu süren gelişmeler sonucunda; mukavva üzerine deri, kâğıt, kumaş vs. kaplanarak, koruyuculuk vasfı yanında sanat eseri özelliği de kazanmışlardır.

İlk Ciltler

Yakın zamanlara kadar cilt sanatına, Çin sanatı etkisi ile meydana geldiği zannedilerek, köken olarak Çin medeniyeti gösterilmekte ve cilt sanatının, Çinli sanatkârlar tarafından Orta Asya Türklerine öğretildiği belirtilmekteydi. Ancak Prof. Dr. Wolfram Eberhard, Çin Tarihi adlı eserinde bu düşünceyi çürüterek, Çin kitaplarının ciltli olmayıp, tomar şeklinde olduklarını göstermiştir (Eberhard, 1947, 120).

Türk cilt sanatı, Uygurlularla başlamıştır. Türkler kâğıt yapmayı Çinlilerden öğrendikleri hâlde, cilt yapmayı Çinlilerden önce başarmışlardır (Eberhard, 1947, 121). Böylece, Çin’de ciltçiliğin gelişmesi, Uygurlu sanatkârların Çin illerine göçüp yerleşmeleriyle başlamıştır (Binark, 1975, 3-4).

Bugünkü manada deriyle kaplı bir kitap cildini ilk defa Uygurlular yapmıştır. Her ne kadar, yerli ve yabancı kaynakların hemen hepsi, deriden yapılmış ilk ciltlerin, Mısır’daki Kıptîlere ve VI-IX. yüzyıllara ait olduğunu söylerse de bir Uygur şehri olan Karahoço’da bulunan iki yazma, bu görüşü doğrulamamaktadır. A. Von le Coq tarafından ortaya çıkarılan bu ciltler, minyatür ve tezhiplerle bezenmiş yazma eserleri örtmekte olup, üzerlerindeki tezyinat geometriktir (Le Coq, 1913, 8; Esin, 1984, 113-120; Binark,1987, 92). Bu ciltler, derinin bıçakla oyularak, altına da yaldızlı derinin yapıştırılmasıyla yapılmışlardır (Cunbur, 1976, 678; Ağaoğlu, 1935, 1).

Daha sonraki bir örnek de gene Karahoço’da P. K. Koslov tarafından bulunmuştur. S. F. Oldenburg, bu cildin tahlilini yaparak, bu kitap kapağının XIII. yüzyıla ait olduğunu belirtmiştir (Ağaoğlu, 1935, 2). Bu örnekte, zencirek basit, dar, asma filiz desenlidir. Ortadaki şemse ve köşebentler örgülerle oluşmuştur.

Ciltçiliğin Gelişmesi

Cilt sanatı Türklerin İslâmiyet’e girmesinden sonra büyük bir gelişme göstermiştir. Bu gelişmenin sebeplerinden biri, yazı ve kitabın Müslüman Türklerce mukaddes sayılmasıydı. Özellikle dinî kitaplar belden yukarı seviyedeki yerlerde korunmaktaydı. Yazı ve kitaba gösterilen bu özel ilgi onun tezyinine ve ciltlenmesine de ayrı bir önem verilmesini sağlamıştır (Binark, 1975, 4).

IX. yüzyılda Halife Mu’tasım Billâh (833-842)’ın teşvik ve himayesinde Samarra’ya yerleştirilen Uygur Türkleri, burada yaptıkları ciltlerle bu sanatı geliştirdiler. Bu sanat, bunlar vasıtasıyla da İslâm dünyasına yayılmış oldu. Tabiatıyla Irak ve Horasan bölgesi de ilk gelişme merkezleri olmuştur. İslam cildinin bilinen ilk örnekleri, gene bir Türk devleti olan Tolunoğulları (868-905) zamanına ait olmalıdır (Tanındı, 1990, Resim:1). İslam cildindeki bu gelişme, XII. yüzyıla kadar, Fatımiler, Gazneliler, Büyük Selçuklularla devam etmiştir (Çığ, 1971, 7). Elimizde bu dönemden 1100’lere ait bir cilt örneği bulunmaktadır (F.Richard, 1997, 19), XI. yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu’ya hâkim olan Selçuklular, Orta Asya cilt sanatı birikimini Anadolu’ya taşımışlar, geliştirmişler ve burada XII-XIII. yüzyıl ve XIV. yüzyılın ilk çeyreğinde çok güzel ciltler meydana getirerek Türk-İslâm cilt sanatı içerisinde önemli bir yere sahip olmuşlardır.

Türkiye Selçukluları Cildi

Batı cilt literatürüne baktığımız zaman Türkiye Selçuklu cildine ait bir bilgiye son yıllardaki tek bir istisna dışında (F. Richard, 1997, 19-35-45) rastlayamamaktayız. Kendi araştırmacılarımız da bu konu üzerinde çok az durmuşlardır.

Türkiye Selçuklularına ait tespit edebildiğimiz en erken cilt örneği Topkapı Sarayı Müzesi III. Ahmet Kütüphanesi Nu. 105’deki 549/1154 tarihli, “Kitâbü’l-ğarîbeyn fi’l-Kur’ân ve’l-Hadîs” isimli eserin kapağıdır. Bundan başka 1166, 1182, 1196, 1203, 1207 ve 1303 tarihini taşıyan ciltler de tespit edilmiştir.

Yukarıda verdiğimiz örneklere bakıldığında, Türkiye Selçuklu ciltlerinde, Uygur, Büyük Selçuklu ve Gazneli sanatının akisleri hemen göze çarpar.

Türkiye Selçuklu ciltlerinde, Türk sanatının bütün şubelerinde kullanılan motiflerin hemen hepsi aynen görülmektedir. Önemli olan bir husus da bu motiflerin, Selçuklu ve Selçuklu üslûbunu taşıyan ciltlerin yapıldığı XII. yüzyıldan, XV. yüzyılın ikinci yarısı başlarına kadar, farklı oranlarda da olsa daima görülmesidir.

Bu ciltlerde kullanılan tezyinatı, hendesî (geometrik), Rumi, nebati (hatayi, bitkisel), geçme ve girift örgüler, muhtelif ara dolgusu gibi kısımlara ayırabiliyoruz. Ayrıca hat (yazı) da sıkça kullanılmıştır.

Türkiye Selçuklu ciltlerinde görülen bazı özellikleri şöylece sayabiliriz:

1- Bu ciltlerin en önemli özelliklerinden birisi; ön ve arka kapaklarda ayrı ayrı motifli şemselerin kullanılmasıdır.

2- Geometrik tezyinat, dönemindeki diğer ciltlere göre daha girift ve sıktır (Cunbur, 1976, 679-680).

3- Türkiye Selçuklu cildinin önde gelen alâmetifarikalarından birisi de iç kapaklardır. İç kapaklar deri ile kaplıdır ve umumiyetle kabartmalı olarak ve Rumilerle bezenmiştir.

4- Selçuklu Dönemi son zamanlarında, (Beylikler Döneminde ve nihayet, Selçuklu üslubu tesiri altındaki Erken Osmanlı Döneminde) şemseler ovalleşmiş, uçlarına salbekler eklenmiştir.

5- Türkiye Selçuklu cildi ile beraber, muasırı İlhanlı, Memluk vs. cildi arasında bir kompozisyon birliği söz konusudur. Ancak, kompozisyon birliği içinde uygulamada farklılıklar mevcuttur. Anadolu Beylikleri ve Erken Osmanlı devirlerinde de aynı kompozisyon bozulmamıştır.

6- Türkiye Selçuklu ve bu üslubu taşıyan ciltleri yapan usta isimleri, ciltlerin köşebent içlerinde, şemse merkezinde, mikleb şemsesinde, sertabda, köşebent önünde, zencirek kartuşunda ve kapak içlerinde görülmektedir. Ciltler üzerindeki en erken tarihli imza 1256 tarihli ve Topkapı Sarayı Müzesi Ш. Ahmet Kütüphanesi’ndeki 2334 numaralı yazmanın köşebendindeki “Mecdüddin”dir. Bu imzalar, daha çok Anadolu ve Suriye’deki ciltlerde görülmektedir (Ünver, 1979, 79).

Anadolu’da Selçuklu cilt üslubu, XIII. yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren Memluklar, XIV. yüzyıldan itibaren de İlhanlılar ve Karamanoğulları başta olmak üzere, Anadolu beylikleri ciltlerinde devam etmiştir.

Karamanoğulları Cildi

Karamanoğulları Devleti, mimari ve diğer sanat alanlarında olduğu gibi cilt sanatında da zamanın devlet adamları ve beylerinin himayesinde çok güzel eserler meydana getirmişlerdir. Böylece de XIII. yüzyılda aldıkları Türkiye Selçuklu cilt birikimini XIV. yüzyılda kendilerine özgü bir tarzda ortaya koymuşlar, XV. yüzyıldaki uygulamaları ile de Türkiye Selçuklu cilt sanatı ile Erken Osmanlı cilt sanatı arasında köprü görevi yapmışlardır.

Karamanoğlu cilt sanatı, başta Büyük Selçuklular olmak üzere “Türkiye Selçuklu, İlhanlı ve Memluk sanatlarından etkilenmiştir (Tanındı, 1990, 115). Tabiatıyla bu etkileşim büyük oranda bazen kardeşçe, bazen düşmanca iç içe yaşadığı Türkiye Selçuklularından olmuştur. Bu etkinin gücünü Türkiye Selçuklunun inkırazından hemen sonra kurulan Karamanoğlu ve Erzincanlı Beylerin koruyuculuğunda gelişen eserlerden anlıyoruz. Hatta bu etkileşim en çok da Türkiye Selçuklularının başşehri Konya merkezlidir (Raby, Tanındı, 1993, 3-7). Burada incelediğimiz eserlere bakıldığı zaman bu durum açıkça görülecektir ki, eserler, ya Konya’da yazılmış, ya Konyalı bir hattat veya müzehhip tarafından yazılmış ve süslenmiştir.

Karamanoğlu ciltlerinin XIV ve XV. yüzyıllardaki gelişim çizgisi, dönemin diğer Türk ciltleri ile paralellik gösterir. Konya Mevlâna Müzesi 12 envanter numaralı Kur’an-ı Kerim’in ön kapağındaki gelişmiş nebati (hatayi, penç, gonca, meşe yaprağı vs.) tezyinat, Fatih dönemi ciltleri nebati tezyinatı ile büyük benzerlikler taşırlar.

Bu dönem ciltlerinin; çağdaşı Celayirliler, geç dönemde Akkoyunlular ve Karakakoyunlu ciltleri ile de benzerlikleri vardır.

Karamanoğlu ciltleri, bir yandan Konya Mevlâna Müzesi, 12 ve 13 numaralı Kur’an-ı Kerimler gibi çok büyük boyutlu ve muhteşem eserler sunarken, bir yandan da 67-90-2109 envanter numaralı eserlerde Türkiye Selçuklu geleneğini aynı güzellikte devam ettiren daha sade örnekler de vermişlerdir.

XV. yüzyılda Anadolu’da Selçuklu üslûbu hâkim olmuştur (Aslanapa, 1982, 12).

Osmanlı Cildi

Karamanoğulları Dönemi ciltlerinden sonra Erken Osmanlı Döneminde de Türkiye Selçuklu etkisi devam etmiştir. Hatta bu etkiyi klasik dönemin hemen öncesinde XV. yüzyılın sonlarına kadar görebilmekteyiz (Arıtan, 2001a, 29-40).

XV. Yüzyıl

Bu etkiyi gösteren örneklerden birisi 859/1454-55 yıllarına tarihlenen ve Konya-Meram’da yazılan Şerhü’l-lübâb (Süleymaniye, Fatih:5004) isimli eserdir. Eser, Osmanlı Döneminde yapılmış olmasına rağmen, kapaklar Selçuklu cildinin önemli özelliklerinden biri olarak farklı şekilde yapılmıştır. Ön kapakta şemse dışındaki zemin, gene Selçuklu zemin süslemeleri için tipik olan kare noktalar etrafındaki örgü ve geçmelerle süslenmiştir. Arka kapak şemsesinde ise XIII. yüzyıl sonlarında kullanılan, yuvarlak bir şemsenin uçlarındaki eklemelerle oval şemseye benzetilip uçlarına basit salbeklerin konulduğu görülmektedir. Ön kapakta köşebent yoktur. Arka kapakta ise iki dilimli bir köşebent vardır. Bu köşebent tarzı XIII ve XIV. yüzyıllarda çok kullanılmıştır.

Erken Osmanlı Döneminde, Bursa ve Edirne’de yapılmış cilt örneklerine de rastlamaktayız (bk. Raby, Tanındı, 1993).

XV. yüzyıl Osmanlı ciltlerinin bazıları, hepsi birer Türk devleti olan Timurlu, Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmen ciltleriyle benzerlik gösterirler (bk. Aslanapa, 1992, 25-35).

Klasik üslubun en güzel örneklerini verdiği yüzyıllar, Türk ciltçiliğinin en yüksek seviyesine rastlar. XV. yüzyılda sağlanan kuvvetli siyasi istikrar, memleketin iktisadi hayatında, dolayısıyla kültür ve sanat faaliyetlerinde de canlılık yaratmış, bunun sonucu olarak birçok sanat dalında olduğu gibi, Türk ciltçiliğinde de en güzel eserler meydana getirilmiştir (Binark, 1975, 5).

Bu dönemde yazma eserlerin sanat değerinin de olması için yoğun bir çaba ve özenin gösterilmesi Fatih Sultan Mehmet ve veziri Mahmut Paşa’nın koruyuculuğunda olmuştur (Tanındı, 1984, 20).

Fatih dönemi ciltlerinde Selçuklu etkili ciltlerin yanında şu tip ciltleri de görebilmekteyiz:

1- Klasik tarza yakın, şemse ve köşebentlerinde içeriye yuvarlak bir kıvrım yapan ciltler.

2- Timurlu Türk cildi etkisiyle hayvan ve insan figürlü ciltler.

3- Klasik formda dış kapakları kat’ tekniği ile yapılan ciltler.

4- İç kapağı dış kapak tarzında yapılmış; kat’lı, klasik soğuk şemseli ve yazma şemseli ciltler.

5- XVI. yüzyıl klasik tarza yakın olan ciltler.

XVI. Yüzyıl

XVI. yüzyıl, Türk sanat hayatının müstesna bir devridir. Siyasi hayattaki büyük başarılar sanat hayatında da kendini göstermiş, her konuda en değerli eserler bu devirde meydana getirilmiştir (Balkanal, 2002, 342), (Resim:1).

II. Bayezit döneminde (1481-1512), sarayda ilk mücellithane açılmıştır (Mutlu, 1966, 52).

Bu dönem kitap kaplarında kullanılan süslemelerde mücellitler klasik geleneği devam ettirmekle beraber yeniliklerden de geri kalmamışlardır. Bu yenilik, şemse ve köşebent içlerini dolduran bezeme tasarımında görülmüştür (Tanındı, 1999, 104).

XVI. yüzyılın ilk yarısında kitap kaplarına gömme şemse ve köşebentli deri ciltler, şemse ve köşebentli rugani ciltlerle, geçmişin geleneksel bezemelerine yeni yorumlar getirildiği gibi, yepyeni birçok şey de yaratılmıştır.

Bu dönemde meydana getirilen deri görünümlü kumaş ve kumaş görünümlü deri cilt kapakları özellikle dikkat çekicidir. Kapak içleri XV. yüzyıl geleneğini devam ettirir. Bu asırda bordürler daha genişlemiş ve içlerine yuvarlak veya oval kartuşlar konulmuştur.

XVII. Yüzyıl

XVII. yüzyılda ise Osmanlı Devleti’nde başlayan gerileme, sanat hayatında da kendisini hissettirmeye başlamış ve tabii ciltçilik de bunun dışında kalmamıştır. Bu yüzyılda ciltlerde kompozisyon ve motiflerin işçiliğinde bariz bir gerileme göze çarpar (Resim:2).

Bu yüzyıl cildi, her şeye rağmen renk anlayışı itibariyle asaletini muhafaza edebilmiş, altın ve çiğ renkleri rastgele kullanarak zevksizliğe düşmemiştir.

XVIII. Yüzyıl

Bu yüzyılda, aradaki duraklama döneminden sonra klasik devrin güzel örneklerine dönülmüş ve III. Ahmet zamanında (1703-1730) özellikle Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın teşvik ve desteğiyle çok güzel eserler meydana getirilmiştir.

XVIII. yüzyılda, klasik deri ciltlerin yapılmasına devam edilmiş, bunun yanı sıra başka tip ve teknikte ciltler de yapılmıştır:

1. Realist süsleme motifleri kullanarak yapılmış olan ciltler:

a) Klasik teknikle yapılmış, klasik tertiple düzenlenmiş (şemse, salbek, köşebent) ve realist süsleme motifi kullanılmış olanlar.

b) Realist süsleme motifleri deri üzerine sırma ile işlenerek yapılmış olanlar.

2. Altın sürülmüş deri “yekşah” tabir edilen demir aleti kakma tekniği ile süslenmiş ciltler. Bunların süsleme motifleri klasik ciltlerde olduğu gibi stilize motiflerdir.

3. Rokoko motiflerle süslenmiş ciltler. Asrın ikinci yarısından sonra bilhassa Avrupa tesiri ile meydana gelmişlerdir.

4. Tamamen klasik teknik ve klasik motifler, bu yüzyıla kadar alışılmamış bir tarzda, sıvama tabir edilen şekilde cildin bütün yüzünü kaplayarak yapılan ciltler.

5. Lâke teknikle yapılmış ciltler (Çığ, 1971, 12), (Resim:3).

XIX. Yüzyıl

XIX. yüzyılda şemseli cilt sayısı iyice azalmış, zilbahar (kafes) ciltler yaygınlaşmıştır. Ayrıca basılı eserlerin çoğalmasıyla, Batı tarzı deri ciltler yanında, “yıldız cildi” denilen, bir yüzüne altın yaldızla Osmanlı saltanat arması, diğerine ay yıldız basılı deri, atlas ve kadife ciltler yapılmıştır (Özen, 1998, 19), (Resim:4).

XX. Yüzyıl

XX. yüzyıl, daha çok Alman ve Fransız ciltlerinin tesirinde kalındığı, bazen Türk motiflerinin de kullanıldığı ve herhangi bir üslup ve ekole bağlılığın görülmediği çöküş dönemidir. Cumhuriyet’ten bu yana Bahaeddin Tokatlıoğlu (1866-1939) Necmeddin Okyay (1883-1976), Sâcid Okyay (1915-1999), Mustafa Düzgünman (1920-1990) ve Emin Barın Türk cilt sanatını yaşatmaya çalışmışlardır. Türkiye’de bugün cilt ile ilgili tek okul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin ilgili bölümüdür. Günümüzde klasik Türk cildini omuzlayan sanatkârlar İslâm Seçen, M. Ali Kunduracıoğlu, Habib İşmen ve Gürcan Mavili (bk. Arıtan, 2006, 7; Mavili, 2007, 88-89) ve bunların yetiştirdiği birkaç genç mücellittir.

Konya Ciltçiliği

Türk-İslam cilt sanatı içerisinde Türkiye Selçuklu ciltçiliği önemli bir yer tutar. Böyle olunca da Türkiye Selçuklularının başkenti Konya önemli bir cilt merkezidir. Konya’da, ciltçilerin (mücellit) yanında birçok hattat ve müzehhip de yetişmiştir (Tanındı, 2000, 532).

Konya ciltçiliği Türkiye Selçuklularından Osmanlılara kadar, önemini hep korumuştur.

Türkiye Selçuklularına ait 1154-1156-1182-1196-1203-1207 vs. tarihli eserlerin cilt kapakları Konya’da yapılmış olmalıdır.

634/1236 tarihinde Konya’da yazılan Makamât-ı Hâmidî isimli eserin cilt kapağı da aynı yılların özelliğini taşımaktadır (Resim:5), (F.Richard, 1997, 19).

XIII. yüzyılın sonlarında Konya’da kurulan bir medresenin kitap yazmak amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Çünkü bu yıllarda bir Kur’an-ı Kerim, Sadeddin Köpek Medresesinde Hasan b. Cûban İbn Abdullah el-Konevî tarafından istinsah edilirken aynı dönemde Muhlis b. Abdullah el-Konevî el-Veledî, Hz. Mevlâna’nın Mesnevi’sinin istinsahını tamamlamıştır (Tanındı, 2001, 145).

Sadreddin Konevi Kütüphanesi’nden Yusufağa Kütüphanesi’ne nakledilen yazma eserlerin ciltlerine bakarak da Konya’da XIII. yüzyılda önemli bir ciltçilik faaliyeti bulunduğu sonucuna varabilmekteyiz (Resim:6).

XIV. yüzyıl başlarında Ankara’da yazılan İcâzü’l-beyân isimli eserin ciltleri de Konya’da yapılmış olmalıdır (1303, TSMK, III. Ahmet: 110), (Resim:7).

XIV. yüzyılda bir sanat akademisi olan Mevlevi Dergâhı’nın da etkisiyle Konya’da cilt faaliyeti devam etmiştir.

Bu yüzyılın ilk çeyreğinde Konya’da yazılan ve Karamanoğlu beylerine ithaf edilen iki önemli Kur’an-ı Kerim cildiyle karşılaşmaktayız:

1- Konya Mevlâna Müzesi: 12/1, Kur’ân-ı Kerîm, 714/1315, (Resim:8).

2- Konya Mevlâna Müzesi: 13, Kur’ân-ı Kerîm, 727/1326, (Resim:9).

Bu yıllarda Konyalı bir ciltçi “Yusuf el-Konevî”nin imzasına rastlıyoruz (Süleymaniye, Fatih: 228, 737/1337), (Resim:10).

Selçuklu cilt üslubu, Erken Osmanlı Dönemi ciltlerinde de görülmektedir (Arıtan, 2001, 29-40). 859/1154-55’te Konya Meram’da yazılan Şerhü’l-lübâb isimli eserin (Süleymaniye, Fatih:5004) cildi de Konya cildi olmalıdır (Arıtan, 2001, 29-40), (Resim:11-12).

Osmanlı Döneminde Konya’nın bir dericilik merkezi olması da Konya’nın her dönemde ciltçilikle uğraşması sonucunu doğurmuştur.

Bugün, Konya’da bulunan Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi (KBYEK), İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi’nden sonra Türkiye’nin en önemli yazma eserler kütüphanesidir. Burada kurulacak yeterli bir cilthane ve yetiştirilecek mücellitlerle, Konya yine Türk cildinin önemli merkezlerinden birisi olacaktır.

Amel-i Yusuf El-Konevi 737/1337, Süleymaniye, Fatih: 228; şemse merkezinde mühürlü imzalar
Kur'an-ı Kerim, 714/1315, Konya Mevlana Müzesi, Nu. 13 ön kapak şemsesi
Kur'an-ı Kerim, 727/1326, Konya Mevlana Müzesi, Nu. 13 arka kapak tam zeminli geometrik şemsesl
Yıldız Cildi, nasuh Efendi Dergahı: 575;(Mine Esiner Özen)
Enisü'l-munkatı'in fil-Hadis, XVI. Yüzyıl, Konya Yusufağa: 6636/1; kartuşlu gömme mülevven alttan ayırma cilt
Ta'likat Tehzibu'l-mantık, 1097/1685, Bursa Eynebey Kütüphanesi Genel: 4711; ön kapak (Seher Durmuş)
Şerhu'l-lübâb, Konya-Meram, 859/ 1454- 55, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih: 5004, ön ve arka kapaklar
xvııı. Yüzyıl, T.S.M.K, Çâkeri imzalı lâke cilt

AHMET SAİM ARITAN

BİBLİYOGRAFYA

  • Ağaoğlu, 1935; Arıtan, 1993, 551-557; a.mlf., 2001a, 29-40; a.mlf., 2001b, 29-42 ve 511-518; a.mlf., 2006, 25-38; a.mlf., 2010, 169-192; Aslanapa, 1982, 12-17; a.mlf., 1992, 25-39; Balkanal, 2002, 341-349; Binark, 1975; a.mlf., 1987, 91-107; Cunbur, 1976; Çığ, 1971; Durmuş, 2005; Eberhard, 1947; Edis, 2006; Esin, 1984, 113-120; Mavili, 2007, 88-99; Mutlu, 1966, 52-57; Oral, 2008; Özen, 1998; Raby, 1993; Richard, 1997; Tanındı, 1984, 20-22; a.mlf., 1990, 102-149; a.mlf., 1991, 143-174; a.mlf., 1999, 103-107; a.mlf., 2000, 513-536; a.mlf., 2001, 145; Ünver, 1975, 75-89; Von le Coq, 1913.