EVHADÜDDİN-İ KİRMANİ

(Şeyh Evhadüddîn Hâmid b. Ebi’l-Fahr el-Kirmânî) (559/1164-635/1237) Türkiye Selçukluları Döneminde yaşamış ünlü mutasavvıf, şair.

Kirman’da doğdu. Gençlik yıllarında dönemin ilim ve kültür merkezi olan Bağdat’a giderek medrese eğitimi aldı. Bu sırada İbnü’l-Kâs et-Taberi’nin Şafii fıkhına dair el-Miftâh adlı eserini okuyup ezberledi. Buradaki eğitiminden sonra Hakkakiye Medresesine müderris olarak atandı. Bu medresede bulunduğu esnada gönlüne tasavvuf sevgisi düşen Kirmani, müderrisliği bırakarak sıkı bir riyazet hayatı yaşamaya başladı. O yıllarda Bağdat’ta şöhreti yaygınlaşan Sühreverdiye şeyhi Rükneddin-i Sücasi’ye intisap etti. Menakıbname’sine göre 1195 yılından önce Tebriz, Nahcivan, Gence ve Şirvan’a giderek tasavvuf erbabı ile görüştü. Yaklaşık 1200 tarihinde şeyhi Rükneddin-i Sücasi’den hilafet alıp muhtemelen 1204 yılında bir grup ilim adamıyla beraber Anadolu’ya geldi. Anadolu’da genellikle Konya, Malatya, Sivas ve Kayseri şehirlerinde ikamet etti. Kayseri’de evlendi. Bu evliliğinden Kemaleddin, Fatıma ve Emine adında üç çocuğu oldu. Çocuklarından Fatıma, Baciyan-ı Rum* teşkilatının lideri olmuş, Emine ise Şam’da kendisi için yapılan hankâhta mürşidelik yapmıştır. Oğlu Kemaleddin uzun zaman müderrislik yapıp irşatla meşgul olmuş ve Tebriz’de vefat etmiştir.

Dönemin Selçuklu sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev ile iyi ilişkiler kurdu. Kirmani’nin Anadolu’ya Abbasi Halifesi Nasır-Lidinillah tarafından kurulan fütüvvet teşkilatının bir mensubu olarak geldiği, gerek devlet adamlarından gerekse halktan büyük saygı gördüğü ancak Mevlevi çevrelerin kendisine muhalif olduğu anlaşılmaktadır. Halife Nasır tarafından kendisine “Şeyhü’ş-şuyûhi’r-Rûm” (Anadolu’da bulunan şeyhlerin şeyhi) unvanı verildi.

1211-1215 yılları arasında Bağdat’ta bulunduğu sırada Halife Nasır tarafından İldenizlilerden Özbek’i diğer Atabeglere karşı kışkırtmak üzere Tebriz’e gönderildi. Menakıbname’sinde Horasan ve Maveraünnehr’e gittiği, bu seyahati sırasında Kübreviye tarikatının kurucusu Necmeddin-i Kübra ile görüştüğü ayrıca Alâeddin Keykubat’ın tahta geçmesini sağlamak için bazı faaliyetlerde bulunduğu da kaydedilmektedir. Daha sonra Erbil’e giden Kirmani için burada Erbil Atabegi Emir Muzafferüddin Gökböri bir hankâh yaptırarak bir köyün vakıf geliriyle birlikte Evhadüddin-i Kirmani’ye verdi. Ancak bir süre sonra Erbil’den ayrılarak Halep’e giden Evhadüddin, daha sonra Şam’a geçerek bir süre ikamet ederek Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin sohbetlerine katıldı. Dokuz kere hacca giden Evhadüddin-i Kirmani, muhtemelen 629/1231-32 yılında Halife Mu’tasım-Billâh tarafından hac emiri tayin edildi. 1232 yılında Halife Mu’tasım tarafından “şeyhü’ş-şuyûhi’l-fütüvve” (fütüvvet teşkilatına bağlı şeyhlerin şeyhi) unvanı kendisine verildi. Hac dönüşü tekrar Anadolu’ya gelen Kirmani, 634/1237’de halifenin daveti üzerine Bağdat’a dönerek Merzübaniye Hankâhı’na şeyh olarak atandı. Kısa bir müddet sonra 635/1237 tarihinde vefat etti.

Kirmani’nin bağlı olduğu silsilede yer alan şeyhler, Rukneddin-i Sücasi de dâhil olmak üzere Sünni’dirler. Evhadüddin-i Kirmani de Menakıbname’sinde belirtildiği üzere amelde Şafiî, itikatta Eş’ari mezhebine mensuptur.

Evhadüddin-i Kirmani’nin hemen her şehirde halifeleri vardı. Sultanlar ve devlet adamları nezdinde de itibar sahibiydi. Meclislerde Türkçe konuştuğu için Türkmenler onun tarikatına daha çok rağbet ediyorlardı. Evhadüddin-i Kirmani Anadolu’dan ayrılırken halifesi Zeynüddin Sadaka’yı Konya’da yerine vekil olarak bırakmıştır. Kirmani’nin kurup geliştirdiği Evhadiye tarikatı, Ahi ve Türkmenler tarafından benimsenerek bir hareket hâline gelmiştir. Türkiye Selçukluları zamanındaki Türkmen hareketlerinin ve diğer sosyal ve siyasi mücadelelerin fikrî ve kültürel temeli büyük ölçüde Evhadiye hareketine dayanmaktadır.

Evhadüddin-i Kirmani, Allah’ın cemal sıfatının tecellilerini varlıkta müşahede etmeyi esas alan “şâhidbâzî” denilen tasavvufi bir meşrebe sahipti. Meşrebinin gereği olarak gençlere özel bir ilgi duyar, onlarla sema etmekten büyük zevk alır, kadın mürideleriyle bir arada bulunmakta bir sakınca görmezdi. Cendî’nin naklettiğine göre büyük bir zat, kadınlarla bir arada bulunmanın ve sema yapmanın kendisine zarar vereceğini, namahreme bakmanın caiz olmadığını söyleyince Evhadüddin-i Kirmani: “Ben Hak’tan başka hiçbir şeye bakmam” diye cevap vermiştir.

Evhadüddin-i Kirmani’nin Menakıbname’si Prof. Dr. Mikail Bayram tarafından, Rubailer’i ise Prof. Dr. Mehmet Kanar tarafından yayımlanmıştır.

İBRAHİM KUNT

BİBLİYOGRAFYA

  • Molla Câmî, 2008, 804-808; Ocak, 1996b, 119-120; a. mlf., 1996a, 63; a. mlf., 1999, 74-76; Bedîuzzamân Furûzânfer, 1990, 72-73, 271-275; Köprülü, 1981, 201; Bayram, 1993, 17-32; Anonim, 2005; Gül-Bayram-Hakkoymaz, 2003, 264-266; Azamat, 1995, 518-520; Eflaki, 1976, II/439, 616.