KEMALEDDİN KARATAY/RUMTAŞ/TURUMTAŞ

(XIII. yy.) Türkiye Selçuklu Dönemi devlet adamı.

Ünlü Selçuklu devlet adamı Celaleddin Karatay’ın büyük kardeşidir. Hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu bağlamda doğum ve ölüm tarihi, nereli olduğu, aslının nereden geldiği, kölelikten ne zaman azat edildiği de belli değildir. Bazı kaynaklar onun Kösedağ Savaşı’nda Moğollara karşı verilen mücadelede öldüğüne değinir. Kemaleddin’in tabip olduğuna ilişkin bilgilerin gerçeği yansıtmadığı anlaşılmıştır. Karışıklığın sebebi, Tabip Ekmeleddin’le olan isim benzerliğine dayandırılmaktadır. Belgelerde “Büyük Emir” unvanıyla anılsa da Anadolu Ortaçağ kozmopolitizmini temsil eden güçlü bir figür olarak ön plana çıkan ağabeyi Celaleddin’in gölgesinde kaldığı söylenebilir.

Hangi Selçuklu sultanları zamanında devlet hizmetinde bulunduğu kesin olarak belirlenememiştir. Ancak Celaleddin Karatay’ın hizmeti I. Alâeddin Keykubat döneminde (1220-1237) başlayıp torunu II. İzzeddin Keykavus devrinde (1246-1260) sona erdiğinden Kemaleddin’in de aşağı yukarı aynı sultanlar zamanında görev yapmış olduğu kabul edilebilir. Dolayısıyla o Türkiye Selçuklu Devleti’nin en parlak dönemi ile en zayıf dönemlerinden birisinde yaşamıştır.

Karatay adlandırmasının kökenine ilişkin tartışmalar hâlen sürmektedir. “Kara”nın güçlü, “tay”ın da denk, eş, yol arkadaşı anlamına gelmekte oluşundan hareketle bu iki kelimenin Karatay şekliyle birleşik özel isim hâline getirildiği makul açıklamalardandır. Karatay’ın aslının Karatayı yahut Karadaî olması gerektiği üzerinde de durulmaktadır.

Etnik kökenine dair bilgiler de tartışma konusudur. İbn Bibi’nin Celaleddin’in “Rûm asıllı bir gulâm”, Ebü’l-Ferec’in ise “Alâeddin Keykubad’ın yetiştirmelerinden” olduğuna yer vermiş olması değişik şekillerde yorumlanmıştır.

Araştırmacılar bu iki kaynağın verdiği bilgilerden hareketle Karatayların I. Gıyaseddin Keyhüsrev devrinde (1192-1196) gerçekleştirilen ve şehrin fethiyle sonuçlanan Antalya seferi sırasında ele geçirilen Rum esirlerinden olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre Karatay kardeşler genç yaşta gulamhaneye alınmış olmalıdırlar.

Bazı araştırmacılar kölelikten yetişen önemli kişilerin çoğu defa kimin köleleri olduğuna kayıt düşüldüğünü fakat İbn Bibi’nin Karataylar hakkında böyle bir bilgiye yer vermediğini dile getirerek bu görüşe karşı çıkmışlardır.

İbn Bibi’ye eşlik eden ve Kemaleddin Karatay’ın etnik kökenine neredeyse aynı ifadelerle değinen Ebü’l-Ferec’in Tarihi, Türkiye bilim çevrelerinde genellikle Ömer Rıza Doğrul’un tercümesi vasıtasıyla yararlanılan bir kaynak özelliği taşır. Doğrul’un tercümesinde yer alan Celaleddin Karatay’la alakalı bilgiler, onun tercümesine dayanak oluşturan Budge’ın İngilizce yayınıyla karşılaştırılmıştır. Hatta Ebü’l-Ferec’in Süryanice eserini ömrünün sonlarına doğru Arapça olarak özetlediği çalışma incelenmiştir. Sonuçta Karatayların köleliğine dair kuşkuları giderecek birtakım bilgilere ulaşılmıştır.

C. Huart, Karatayların Türk bir aileden geldiğini iddia etmiştir. Paul Wittek ise bir vakfiye kaydını esas alarak Karatay kardeşlerin mühtedi olduklarını, İslamiyet’e yüksek mevki elde etmek için girdiklerini ileri sürmüştür. Ayrıca Karatay kardeşlerin babalarının I. Gıyaseddin Keyhüsrev’e kızını veren, Bizanslı Mavrozomis olacağını iddia etmiştir. Ona göre Karasungur’un, Ladik’te (Denizli) valilik yapması ve üç kardeşin “kara” kelimesiyle başlayan adlarıyla babaları sandığı Selçuk hizmetinde bulunan Bizans asilzadesinin adının başında bulunan ve Yunanca kara anlamına gelen “mavro” kelimesi arasında bir ilgi olmalıdır. Wittek’in tezi zayıf bulunmuştur. Turan’ın da belirttiği gibi Karataylar Selçukluların itibar ettiği meşhur bir aileye mensup olsalardı kaynaklar kendilerinden köle olarak değil ailelerinin adıyla söz ederlerdi. Zira meşhur ailelerin mensupları İslamiyet’i kabul ettikten sonra da eski unvanlarını koruyorlardı.

Karatayların Yunan gulamı olduğuna ikna olmuş görünenler arasında Speros Vryonis, Claude Cahen, John Ash de vardır.

Eski bir vesikaya dayanılarak Karatayların aslen Konyalı olduğu sonucuna ulaşan araştırmacılara göre ise onlar şehrî (Konya’nın yerlisi) ve mühtedidirler. Küçük yaşlarda Müslüman olmuşlardır. Karasungur ve Turumtaş isimleri ailenin Türklüğünü göstermektedir. Bu durumda, ataları Abbasiler zamanında Orta Asya’dan getirilerek “Sugur”a (Bizans sınırları) yerleştirilen Müslüman Oğuz Türklerindendir. Zamanla esir düştükleri yahut yerleşmek zorunda kaldıkları Konya’da Hristiyanlığa geçmişler, fakat isimlerini ve dillerini muhafaza etmişlerdir.

Selçuklular zamanında bütün Ortodoks Hristiyanlara “Rûm” denilmesi, hatta Anadolu sakinleri Rum, yani Bizans diyarında ikamet ettikleri için kendilerinden “Anadolulu” anlamına “Rûmî” olarak söz edilmesi değişik yorumlara sebep olmuştur.

Celaleddîn Karatay’ın Anadoluluğunda şüphe edilecek bir yön yoktur. Onun ve kardeşlerinin öz Türkçe isimler taşıması bu ailenin Türk olma ihtimalini artırmakla birlikte Türk aslından gelmeyen kölelere de öz Türkçe adların verilebildiği unutulmamalıdır.

Karatayların İslamiyet’i sonradan, muhtemelen gulamhanede iken küçük yaşlarda kabul ettikleri, Celaleddin Karatay’ın banisi olduğu çeşitli eserlerin kitabe ve vakfiyelerinden anlaşılmaktadır. Çünkü kitabe ve vakfiyelerde ismi daima “Karatay b. Abdullah” olarak geçmektedir. Gayrimüslim ailelerin Müslüman olan çocuklarının erkekse İbn Abdullah, kız ise Bint Abdullah olarak adlandırılması Hz. Peygamber döneminden itibaren Müslümanlarca uygulanan bir yöntemdir. Bu gelenek Selçuklularda da sürdürülmekteydi. Öyleyse babasının isminden hareketle onun gayrimüslim bir ailenin evladı olduğu söylenebilir.

Karatay Kervansarayı vakfiyesindeki bir kayıt da ailenin sonradan Müslüman olduğuna işaret etmektedir. Celaleddin Karatay, bu vakfiyenin tevliyetini kendisinden sonra erkek kardeşleri ile bunların oğullarına ve şayet bunların nesli kesilirse kız kardeşlerinin oğullarına şart koşmakta, ayrıca akraba ve azatlı kölelerinden muhtaç kimselere tahsisat ayırırken bunların Müslüman veya gayrimüslim olabileceğini belirtmektedir. Bu şart, Karatay ailesinin genişliğini ve ailede hâlâ İslamiyet’i kabul etmemiş olanların bulunduğunu göstermektedir.

Karataylar zekâ ve becerileriyle, samimiyet ve sadakatleriyle Selçuklu sarayında görev basamaklarını birbiri ardınca tırmanarak devlete büyük hizmet vermişlerdir.

Karatayların en önemli özelliği dürüstlük, çatışmalardan uzak durmada hassasiyet, hizipleşmelere katılmamak, etkili bir kişiliğe sahip olmaktır. Aksarayî, Karatayların devlete bağlılıklarına, samimiyetlerine ve Müslümanlıklarına vurgu yapar.

Konya’da Büyük Karatay Medresesinin karşı tarafında bulunduğu belirtilen Küçük Karatay Medresesi Kemaleddin tarafından yaptırılmıştır. Bu medresede zamanında tıp tahsil edildiğine ilişkin iddialar öne sürülmüşse de mevcut vakfiyesinde böyle bir kayda rastlanmamıştır. Süheyl Ünver, Kemaleddin Karatay’ın başında bulunduğu “Karatay-ı Sağir” adıyla anılan bu medresenin içi çinili eyvanıyla kapı bakiyesini ve cadde tarafındaki geniş avlusuyla kesme taşlı duvarını görmüştür. O, şehre giriş çıkış için açılan büyük yol sebebiyle medresenin yok oluşuna hayıflanır. Ona göre geriye sadece eyvanının bir parçası kalabilmiştir. Burası daha sonra bir Mevlevi eğitim kurumu olarak kullanılmıştır. En son müderrislerinden birisi de Abdülvahit Çelebi’dir.

Kemaleddin Turumtaş/Rumtaş, bir görüşe göre Hoca Fakih Mescidi’nin yakınındaki Karatay Mescidi’nin banisi olarak gösterilir. Celaleddin Karatay’ın, Konya Kadısı Muhammed Razi oğlu Muhammed’e tescil ettirdiği vakfiyeden yola çıkarak mescidi yaptıranın Karatay’ın kardeşi Kemaleddin Rumtaş olduğu, hatta mescidin yanında bir zaviyesinin de bulunduğu belirtilmektedir.

Celaleddin Karatay, vakfiyesinde tevliyetin kardeşi Kemaleddin Rumtaş’a verilmesini şart koşmuştu. Bu sebeple Kemaleddin ölene kadar Büyük Karatay Medresesinin mütevellisi olarak görev yapmış ve dolayısıyla tıp, hukuk, tarih, cebir, geometri bilim dallarının gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Kemaleddin’in ağabeyinin etkisiyle ve Şihabüddin Sühreverdi vasıtasıyla fütüvvet teşkilatına girdiği, Ahilik faaliyetlerine destek verdiği de söylenebilir.

Konyalı’nın görgü şahitlerinin anlatımına dayalı bir kaydından Karatayların neslinin günümüzde devam ettiği anlaşılmaktadır.

HACI AHMET ÖZDEMİR

BİBLİYOGRAFYA

  • Aksarayî, Müsameretü’l-ahbar, 1999, 27-29, 37, 73; a.e., 2000, 28; Alptekin, 1991; Arabacı, 1998, 182; Ash, 2006, 164-165; Atçeken, 1998, 35, 188, 223-227, 258-259; Balık, 1999, 2, 6, 7, 10; Baykara, ts., 2, 7, 8; Bayram, 2002b, 173; a.mlf., 2005, 46; Anadolu’da Türkler, 1984, 266, 267, 268, 269; Cantay, 1987; Doğuştan Günümüze Büyük Osmanlı Tarihi, VIII/305-307; Efe, 1997, 8; Eflaki, 1973, I/187-189, 248, 254, 261-262, 459, 493; el-Makrizi, 1936, I/312; Erdemir, 2010, 14; Evin, 2010, 10; ez-Zehebî, 1998, 7; Ebü’l-Ferec, 1994, 447; Ebü’l-Ferec Tarihi, 2003, 413; Ebü’l-Ferec Tarihi, 1987, II/541-542, 549; a.mlf. 1986, 292; İbn Bibi, Selçukname, 2007, 200; a.mlf., el-Evamir, 1996, I/64-72, 244, 252, 291, 454, 456-457; II/12, 13, 36, 88, 89, 95, 98, 103, 106, 117, 120-125, 126-131, 132-136, 137, 142, 144, 184; İbn İmad, 1991, VII/363; İbnü’d-Devadari, 1972, VII/349; İbnü’l-Verdi, 1996, II/252-253; Kahya, 2004, 245-246; Kaymaz, 1970, 47-48; Kiragos, 1926, 178-179; [Uğur]-[Koman], 1940, 5, 6, 8, 38-39, 60, 75-77; Konyalı, Konya Tarihi, 1997, 434, 874-875, 876-883; Küçükdağ, 1989, 53, 182, 191; Merçil, 1996; a.mlf.-Sevim, 1995, 469; Önder, 1952, 30; Özdemir, 2000, 294; a.mlf., 2011, 78-79; Özdemir, 2010, 110-111; Sarıkaya, 2007; Ünver, 2006, 24-25; Taneri, 1993; Turan, 1948, 18, 19, 20, 47, 56, 83, 133; a.mlf., 1999, 390, 413, 458, 463, 467, 469, 470, 471, 472, 473, 474, 478; a.mlf., 1988, 54, 95 Nu.lu dipnot; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I/10; Ünver, 1940, 65-69, 95; Vryonis, 2001, 96, 100; a.mlf. 1971, 352, 533; Wittek, 1938, 19.