KILIÇARSLAN (II) TÜRBESİ

Türkiye Selçuklu Dönemi eseri.

Kılıçarslan Türbesi, Alâeddin Camii’nin avlusundaki iki türbeden birisidir. Buradaki türbelerden batıda kalanı Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus’a ait sekizgen planlı bir yapı olup, sultanın, Sivas tarafında hastalanıp vefat etmesi ve vasiyeti üzerine Sivas’taki şifahanesine gömülmesi üzerine tamamlanamadan yarım bırakılmıştır. Diğer türbe ise Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan tarafından yaptırılan sağlam durumdaki mezar anıtıdır.

Kılıçarslan Türbesi, 22,60 metre yüksekliği ile Anadolu’daki Selçuklu türbelerinin en büyük ve anıtsal örneğini teşkil etmekte; planı, mimarisi ve zengin çinili sandukalarıyla diğerlerinden daha farklı bir yere sahip bulunmaktadır. On kenarlı plan şemasıyla da tek uygulamadır. Yapı, Selçuklu türbe-kümbet geleneğine uygun olarak cenazelik-oturtmalık-asıl mezar hücresi-crypta diye de ifade edilen içinde asıl cesedin bulunduğu alt kat, sembolik süslü sandukaların yer aldığı ve aynı zamanda ziyaretgâh olan üst kat (gövde) ve örtü sistemi olmak üzere üç bölümden meydana gelmiştir. Toprak altında kalan cenazelik ile sandukaların yer aldığı türbenin kapısı kuzeydoğuya açılmaktadır. Cenazeliğin zeminden daha aşağıdaki kapısına altı basamaklı bir merdivenle ulaşılmaktadır. Yedi metre çapında dairevi bir plana sahip olan bu cenazelik, yarım küre şeklinde bir kubbe ile örtülü olup, zeminden kilit taşına kadar 4,20 m yükseklik ve 38,46 m²lik bir alana sahip bulunmaktadır. Moloz taşla örülmüş ve harçla derzlenmiş olan kubbenin üst taraflarına eşit aralıklarla dört hava deliği açılmıştır. Kaynaklar burada önceleri mumyalanmış cesetlerin bulunduğunu, türbedarların muayyen zamanlarda mumyaların örtülerini değiştirdiklerini ve temizliğe riayet edildiğini belirtirler. Türk tarihinin acıklı olaylarında birisi de burada yaşanmıştır. Millî Mücadele’den sonra bakımsız bırakılarak kaderine terk edilen türbedeki sultanların mumyaları art niyetli kişiler tarafından yağmalanmış, cesetler oraya buraya atılarak ayaklar altında bırakılmıştır. Bugün bunların kemiklerini bile derli toplu bir arada bulmak mümkün değildir. Türk Tarih Kurumu ancak 1944 yılında türbeye tahtadan bir kapı yaptırabilmiştir. Bu ulu devleti kuran ve bu toprakları bize miras bırakan atalarımızın, Selçuklu sultanlarının, kabirleri böyle olmamalı ve kemikleri sızlamamalıydı.

Türbenin gövdesi zeminden bir metre yükseklikteki kare kaideye oturmaktadır. Dışarıya doğru taşıntılı kesme taş kaidenin üstünde yükselen ongen gövde kaidede olduğu gibi yine muntazam kesme taşlarla kaplanmıştır. Türbenin kuzeydoğuya açılan fevkani kapısına iki taraftan yükselen basamaklı birer merdivenle çıkılmaktadır. Bursa kemeri formunda düzenlenmiş açıklığın etrafı bitkisel motiflerin işlendiği yekpare taş söve ile kuşatılmış, zeminine de yüksekçe bir eşik konmuştur. 0,50 m derinlik, 2,34 m genişlik ve 4,75 m yükseklikteki sivri kemerli bir niş içine yerleştirilen bu kapının üstünde Bizans Döneminden kalma işlemeli mermer bir pano göze çarpmaktadır. Kenarları bir metre uzunluğundaki panonun yüzeyine geometrik ve bitkisel motifler kabartılmıştır. Niş kemerinin üstünden başlayıp bütün gövdeyi dolanarak ikiye ayıran koyu renkli yatay ince taş kuşağın hemen üstünde nöbetleşe sıralanan aydınlatma pencerelerinin etrafı profilli silmelerle çerçevelenmiştir. Girişin üstündeki pencere kemerinin yukarısında yer alan iki satırlık sülüs hatlı Arapça kitabede türbeyi yapan mimarın adı: “Hocenli (Cuha ?) Abdülgaffar oğlu Yusuf’un eseri. Allah onu ve bütün Müslümanları bağışlasın” ifadesinde zikredilmektedir. Türbenin doğu tarafına açılan büyük bir alt pencere dikkat çeker. Zemine yakın olduğu için yakın zamana kadar bunun önüne seyyar metal bir merdiven konarak türbe girişine dönüştürülmüş, buna mukabil merdivenleri yıkılmış olan asıl giriş ise pencere olarak kullanılmış iken, son restorasyonlarda yanlışlık düzeltilerek asli durumuna getirilmiştir. Emsallerine göre daha yüksek tutulan gövdenin üst tarafında, hemen külah altında, kenarları çepeçevre dolaşan bir çini kitabe yer almakta, bunun altında da yine fırdolayı taşa kabartılmış bir yazı kuşağı daha bulunmaktadır. Üsteki lacivert zemin üstüne beyaz çini kabartma yazıda yer yer Ayetelkürsi’den detaylar okunabilmektedir. Yok olan yazılar yakın zamanda boya ile tamamlanmıştır. Çini kitabenin altındaki taşa kabartılan Arapça yazıda ise: “Bu binanın yapılmasını, sultanların yücesi, din ve dünyanın azizi, İslam’ın ve Müslümanların direği, sultanların ve meliklerin iftihar ettiği, müşriklerin katili, Rum ülkesi ve Şam’ın sultanı Kılıçarslan oğlu, Mesut oğlu fetihler önderi Emirülmüminin yardımcısı Kılıçarslan emretti. Allah onu aziz kılsın” ifadesi yer almaktadır. Tarih verilmese de türbenin sahibinin çok açık şekilde II. Kılıçarslan olduğu ortaya çıkmaktadır. Kitabede “Rum ve Şam’ın sultanı” ibaresinin yer alması, bu yazının, buraların fethinden sonraya ait olduğunu göstermektedir. 1192’de vefat eden sultan, 1178’de Malatya’yı almış, Danişmentlileri ortadan kaldırarak Şam tarafına geçmiştir. Türbeyi de bundan sonra, 1180-90 yıllarında yaptırmış olmalıdır.

Türbenin örtüsü içten kubbe dıştan pramidal külahtır. Bugün çinko örtülü olan külahın benzerlerine göre çok yüksek tutulduğu belli olmakta, daha önceleri tuğla ve üçgen şeklinde çinilerle kaplı olduğu onarım sırasında bulunan malzemelerden anlaşılmaktadır.

Yapı dıştan on kenarlı olmasına karşılık içten dairevidir. Duvarlar ve kubbe tamamen ince düzgün renkli taşlarla kaplanmış, monotonluğu gidermek için de duvarlara yarım daire kesitli sağır nişler açılmıştır. Nişlerin tepesini tromp şeklinde küre parçaları kapatmaktadır. 7,80 m çapındaki genişliğe sahip olan silindirik iç mekanın 47 m²lik bir dâhili alanı bulunmakta, her kenara bir adet olmak üzere içeriye açılan on adet sağır nişle hareketlilik sağlanmaktadır.

Türbenin ahşap kapı kanatları yerinde kalabilmiş ve orijinal sağlam hâliyle muhafaza edilebilmiştir. Doğudaki hacet penceresi kapı olarak kullanıldığı, buna mukabil yıkık olan eski kapısı pencere sanıldığı için, kaynaklarda yanlış olarak bunlardan pencere kanadı diye bahsedilmektedir. 118x210 m ölçüsündeki kapı kanatları simetrik olup, iki ayrı parçanın yan yana birleştirilmesi ve dövme demir çivi ve süslemeli madeni kuşaklarla birbirine tutturulmasıyla meydana getirilmiştir. Ahşap kapıların Selçuklulardan günümüze kadar ulaşabilen en eski örneğini teşkil eden bu kapının, türbenin inşa tarihi olarak kabul ettiğimiz 1180-90 yılları arasına ait olduğu düşünülmelidir. Kanatlar düşey sıralanan eşit ölçülerdeki dört kare panoya bölünmüş, araları bordürlerle birbirinden ayrılmıştır. Panoların yüzeyindeki daha iri tutulan stilize motiflerde eğri kesim tekniği Orta Asya Türk oyma sanatı geleneği olarak bariz farklılık göstermekte, diğer satıhlardaki daha yüzeysel oyma-kabartmalarla dekorasyon tamamlanmaktadır.

Sandukalar türbenin en zengin ve istisna uygulamaları olup, iki grup hâlinde sıralanırlar. Toplam sekiz sandukadan ilk altısı türbe girişinin hemen önünden başlayarak güneye doğru yan yana bir sıra oluşturmakta, diğer iki tanesi bunlardan ayrılarak batı tarafında ayrı bir dizi teşkil etmektedir. Ön sıradaki altı sandukadan baş tarafta bulunanı kendi başına ayrı bağımsız olmasına karşılık, diğerleri birbirine bağlanan iki ayrı platform üstünde belli aralıklarla yan yana konmuşlardır. Prizmatik dikdörtgen bir kaide üstüne oturan yarım silindirik formlu sandukaların boyları 1,67-2,05 m arasında değişmektedir. Yüzeyleri tamamen çini ile kaplı olanların dışında çinisiz kireç harcı ile sıvalı olanlar bulunsa da bunların da diğerleri gibi çinili olduğu, zaman içerisindeki tahribatlardan dolayı çinilerinin döküldüğü muhakkaktır. Çünkü çinilerin sandukaların bazılarının yüzeyinde gelişigüzel dağıldığı, bazılarının ters konduğu, hatta başka yapılardan getirilerek buralarda kullanıldığına bakıldığında bu dökülmelerin sebebi kolaylıkla tahmin edilebilmektedir. Cesetlerine bile sahip çıkılmayan sultanların türbesinde çinilerinin bu kadarının bile günümüze ulaşabilmesine ancak şükretmek gerekir. Çinilerde bazen kare ve altıgen plakalar tek renk olarak, bazen plakaların yüzeyleri bitkisel motiflerle tezyin edilerek kullanılmış, ama hepsinde yazı ön plana çıkmıştır. Zeminleri ince zarif kıvrık dal ve stilize yapraklarla bezeli yazılar lacivert üstüne beyaz kabartma olarak işlenmiştir. Bunların bazılarında Kur’an’dan alınan ayet ve surelerin kalıntıları okunabilmektedir. Bazı çinilerde sır altına örgülü geçmelerle sarı, yeşil, lacivert ile renklendirilmiş ve renkli sır tekniğinde üretilmiş Osmanlı örneklerine rastlamak mümkündür. Altıgen plaka çinilerde yeşil ve firuze renkler kullanılmıştır. Külliyenin yapımında da adı geçen ve aynı zamanda bu türbeyi yaptıran Sultan II. Kılıçarslan’ın ismi ilk sanduka sırasından ikincisinde yazılıdır. Yaptığımız araştırma sonucunda burada yatan sultanları şöyle belirleyebildik: I. Rükneddin Mesut, II. Kılıçarslan, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, II. Rükneddin Süleyman, III. İzzeddin Kılıçarslan, I. Alâeddin Keykubat, II. Gıyaseddin Keyhüsrev, IV. Rükneddin Kılıçarslan ve III. Gıyaseddin Keyhüsrev.

Bunlardan I. Rükneddin Mesut’un burada yatan sultanlar arasında olup olmadığı tartışmalıdır.

Kaynaklarda Kümbet-Hane veya Kümbet-Saray ismiyle de zikredilen II. Kılıçarslan Türbesi, içerisinde metfun bulunan Selçuklu sultanlarının hatırasına izafeten daha çok Sultanlar Türbesi olarak bilinmekte, bu yüzden de Konya’daki en çok ziyaret edilen yerler arasında bulunmaktadır.

Kılıçaslan (II) Türbesi
Kılıçaslan (II) Türbesi'ndeki sandukalar

YAŞAR ERDEMİR

BİBLİYOGRAFYA

  • Erdemir, 2009, 170-191; Oral, 1956b; a.mlf. , 1957; Önkal, 1996, 185-190; Tuncer, 1986, 178-183; Arık, 1969, 70-71; Türkmen, 2007; Yetkin, 1986, 28-29; Taşkın, 1971; Bozer, 1991.