KİLİM

Bir millî dokuma.

Bugüne kadar yapılan arkeolojik kazılarda ele geçmiş bulunan dokuma parçaları, dokuma aletleri ve boya maddeleri, özellikle Anadolu’da Neolitik devirlerden itibaren düz dokumaların yapıldığı fikrini kuvvetlendirmektedir. Ancak yaygı olarak gerek düz, gerekse düğümlü dokumaların ilk kez nasıl ve ne zaman dokunduğu konusundaki sorular, ele geçen materyalin yetersizliği sebebiyle şimdilik cevapsız kalmaktadır.

Dokuma sanatının tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Hazar Denizi bölgesi etnografya çalışmaları ile tanınan V. M. Sibisoyev, post örtünmeden ilk çıkan dünya insanının Türkler olduğunu kaydetmiştir. Ancak pek çok kaynak düz dokuma yaygıların, Türklerin Anadolu’ya gelmesinden önce de Anadolu’da bilindiğinden bahsetmektedir. Mısırlılara göre dokumacılığın kurucusu Mısır tanrılarından biri olan İsis’tir. Asurlulara göre dokumacılık, kraliçeleri Semiramis tarafından bulunmuş ve kendilerine öğretilmiştir. Yunanlılar ise dokumacılık sanatının akıl ve hizmet tanrıçası Minerva tarafından bulunduğunu öne sürerler. Oğuz boylarının Anadolu’ya gelişlerinden çok öncesinde de Anadolu’da dokumacılığın olduğu da iddia edilmektedir.

Anadolu’ya gelen Türkmen-Oğuz boyları beraberlerinde getirdikleri geleneksel kilim sanatını yaygı-örtü ihtiyacını karşılamak üzere üretmekteydiler. Bezemeleri kendi kültür çevreleri içinde, sosyal konuları içeren, sembolizme dönük soyut motiflerden oluşmaktaydı. Türkmen-Yörük sanatında çok gelişmiş olan bu sanat, yerleşik düzene geçenler arasında da yaygın uygulanmakta, kilimden seccade, perde, yaygı, yastık, heybe gibi eşyalar üretilmekteydi. Özellikle perde ve yaygılar yekpare olduğu gibi uzunlamasına birkaç kanattan da olabilmektedir. Kaşgarlı Mahmut’un Dîvânü Lügati-Türk’ünde halı-kilim gibi yere serilen yaygıların tamamına “kıviz-kiwiz” denildiği, XIII. yüzyıl metinlerinde ise kilim olarak geçtiği belirtilmiştir.

Selçuklulara ait olan ve Berlin Staatliche Museen Preussicher Kulturbezist, Kuntgewerbe Museum’da sergilenen 28x22,5 cm ebatlarındaki XIII. yüzyıla ait çift başlı kartallı ve ejder başlı yaldız işli ipek kumaş ve İstanbul Türk İslam Eserleri ile Konya Etnografya Müzesi’nde sergilenen XIII. yüzyıla ait halılar, Anadolu’da Selçuklu Döneminde de dokumacılığın kat ettiği mesafeyi göstermektedir.

Osmanlı’da ise dokuma ürünleri çeşitliliği inanç bütünlüğünden ziyade, geleneksel ölçülere dayalı evrensel bir denge amaçlıydı. Dokuma ticareti, zanaatı ve hizmet işleri Fütüvvetnameler, narh ve ehl-i hiref defterlerindeki kayıtlara göre yapılırdı. Bu defterlerde dokumacılıkla ilgili esnafın uyması gereken nizamlar, en ince ayrıntılara kadar belirtilirdi. Örneğin bir dokumacı çırağı 1001 gün çalıştıktan sonra kalfa olabilirdi. Ustalık ise Ahi ocağı tarafından verilirdi.

Türk düğümlü dokumalarına ait milattan önceki dönemlere ait örnek bile olmasına rağmen, Türk düz el dokumalarına ait XVI. yüzyıl öncesine ait örnek yoktur.

Washington Tekstile Museum’da sergilenen XVI. yüzyıla ait ilk Osmanlı halılarının desenlerini andıran orta kompozisyon alanı ve kufili bordürü olan sumak yaygı ele geçen en eski tarihli düz el dokumalarındandır. Ayrıca Sivas-Divriği Ulu Camii’nde bulunan beş adet kilim, XVI. yüzyıl çini, kumaş ve saray halıları ile desen bakımından çok yakınlık göstermektedir. Kütahya Hisarbeyoğlu Mustafa Bey Camii’nde bulunan enine şeritler hâlinde karanfil motifli kilimde XVI-XVII. yüzyıl Sivas kilimleri grubundandır. İstanbul Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nde bulunan çok eskimiş bir kilim ise XV. yüzyıl hayvan figürlü Anadolu halıları ile benzerlik göstermektedir. Konya Mevlâna Müzesi’nde bulunan karanfil desenli kilim de XVI. yüzyılda saray için dokunmuş parçalardandır.

Bunlardan başka ele geçen örnekler bölgesel özellikler gösterdiğinden, kendilerine has diğer sanat dalları ile karşılaştırma yapılamıyor. Bundan dolayı da kolaylıkla tarihlendirilemiyor.

Kilim, cicim, sili, sumak gibi düz el dokumaları uzak-yakın geçmişte ve günümüzde hâlen ülkemizin pek çok köy ve kasabasında teknik ve desen çeşitlilikleri ile birlikte genellikle de yöresel isimlerle anılmakta ve dokunmaktadır.

Türk el sanatlarının içerisinde köklü bir geçmişe sahip alanlardan biridir kilim. Türklerin tarihini, kültürel yapısını, inançlarını, sevdalarını, düşüncelerini, renginden ipliğine, motifine, tekniğine kadar yansıttıkları el dokumaları içerisinde en önemlilerindendir. Fabrikasyon imalatı mekanik tezgâhlardaki seri üretimin öncesinde ve sonrasında el dokumalarını yüzyıllardır kültüründen eksik etmeyen Türk milleti, gerek dokusal yüzeyi, tekniği, deseni, gerekse imalat miktarı ile geleneksel el dokuma üretiminde sürekli var olmuştur. Özellikle kırsal alanlarda pek çok gündelik eşya, hammaddesi yün olan dokumalardan yapılırdı. Gelenekten kaynaklanan bu üretim bir bakıma da farkında olmadan ekonomiye katkı sağlardı. Şehirleşme, sanayideki hızlı gelişim, gelenekli yaşamın terk edilmesi gibi sebepler Türkmenlerin birçok güzel geleneğinin yozlaşmasına ve yok olmasına sebep olmuştur. Bütün bu sebeplerin altında endüstriyel gelişim kadar, ekonomik ve sosyal sorunlar da yatmaktadır.

Türkmen kadını kendi dokuduğu beşikte bebeğini büyütmüş, çocuğunu sırtında taşımak için özel torbasını, eşinin silah torbasını, evinin yaygısını, namazlağasını (seccade), minderini, yastığını, erzak çuvalını, heybesini, hayvanının yem torbasını, çadırını, hep dokumalarla karşılamıştır. Türk insanı Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar dokumaları, hayatının vazgeçilmezlerinden hâline getirmiş ve hatta son yolculuğuna bile bu dokumalara sarılarak çıkmıştır. Anadolu’nun hâlen pek çok yöresinde cenaze bir kilime sarılarak kabristana götürülür. Sonrada bu kilim ölen kişinin adına bir camiye hibe edilir.

Bu tip kilimlere Çanakkale yöresinde “ölümlük kilim”, Konya-Kayseri-Kırşehir bölgelerinde “ahretlik kilim”, Manisa-Denizli-Aydın çevresinde “sargı kilimi” adı verilir. Bursa yöresinde “kıyiz”, Emirdağ civarında “köyüz-küyüs”, Çorlu-Tekirdağ çevresinde “çergi-çerğe”, Edirne yöresinde “çerge”, Niğde civarında “çergi”, Beyşehir civarında “farda” denilmektedir. Aslında kilim Türkçe bir kelimedir. XIII. yüzyıldan beri kullanılmaktadır. Ukrayna dilinde “kylym”, Polonya dilinde, Bulgarca ve Sırpçada “kilim”, Romencede “chilim” olarak geçmektedir.

Anadolu’da kilime halı kadar önem verilmemiştir. Yaylak-kışlak hayat yaşayan Türkmenlerin bir kısmı halı ve diğer eşyaları sarmak için kilim kullanılmıştır. Yük kilimi, sargı kilimi şeklinde de adlandırılmıştır. Odaların tefrişinde de halılardan arta kalan boşlukları doldurmak maksadıyla kilimden faydalanılmıştır.

Kilim kavramının ne zaman kullanılmaya başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Eski devirlerde Orta Asya’da lehçelere göre farklılıklar gösteren bu kelime, bazen halı ile birlikte yaygı anlamındaki kelimelerle de tanımlanmaktaydı. Mesela; Harzemşahlılar Dönemi eserlerinde “kilimge” kelimesi kullanılmış ve kitabede “saçaklık kıldı kilimge” (kilime saçak yaptı) derken, “saçaklı kilim” kelimesi Moğolcada “çaçaktu kiyiz” şeklinde karşılık bulmaktadır. Eski Mısır ve Kıpçak’ta “kiyiz”, “küyüz” yaygı manasına kullanılırken, gene aynı ortamda başka bir lehçede “kevüz” sözcüğü kullanılmaktaydı. Anadolu’da benzerlikler vardır.

Kilimlerde tıpkı halılarda olduğu gibi genellikle dokundukları yörenin ya da üreten aşiretin/boyun/obanın adıyla anılırlar. Mesela Çumra kilimi, Emirdağ kilimi, Eşme kilimi, Afşar kilimi, Hotamış kilimi gibi...

Kilimler dokundukları yörede ise verilen adlara göre; seçilen rengin ad olarak verildiği kilimler, uygulanan kompozisyonun ad olarak verildiği kilimler, uygulanan tekniğin ad olarak verildiği kilimler, uygulanan herhangi bir motifin ad olarak verildiği kilimler olarak sınıflandırılırlar. Kullanım amacına göre ise yolluk kilimi, namazlağa kilimi gibi adlar alırlar. kullanım alanlarına göre kilimler; yaygı amaçlı kilimler, örtü amaçlı kilimler, saklama ve farklı amaçlı kilimler ve farklı amaçlı kullanılan (yem torbası, saman hararı, terki heybesi, kağnı-at arabası gergi gibi) kilimler olarak tasnif edilebilir.

Türklerin tarihi ve coğrafyasıyla birlikte yaşamış, sağlam ve düzenli bir gelişme göstererek günümüze kadar gelmiş olan kilim, Türk sanatının önemli bir kilometre taşıdır.

Yünün eğrilmesi ve boyanmasıyla başlayan, değişik tekniklerin kullanılmasıyla, renkler, motifler arasında uyum bütünlüğü olan bir dokumanın meydana getirilmesi ise yüzyılların birikimi olan becerinin kullanılmasıyla mümkün olmaktadır. Günümüzdeki ticari amaçla üretilenleri bir kenara bırakırsak, Anadolu Türk kadınının çeyiz ya da günlük kullanım amacıyla ürettiği kilimler kullanıldıkları yere ve amaca göre pek çok tür oluşturur.

Kendi ürettiğini kendi tüketen kapalı ekonomik sistem içerisinde gelişerek şekillenmiş ve değişik tür kilimler ortaya çıkmıştır.

Kilim dokumada tüm sistem çözgü ipliklerinin arasından desen (atkı) ipliklerinin geçiriliş düzenine dayalıdır. Desenlerin bulunduğu belirli alanlarda, renkli bir desen ipliği bir alttan, bir üstten geçerek bir başka renkteki yanışın (motifin) sınırına kadar gider ve döner. Yanışın sınırlarında oluşan boşluk (ilik) ise çeşitli tekniklerle kapatılır. İlikli kilim, tek kenetleme ile iliklerin yok edildiği, çift kenetleme ile iliklerin yok edildiği, çapraz dikişli, eğri atkılı (desen iplikli), iliklerin tek çözgü üzerinde yok edildiği, farklı bir desen ipliği ile iliklerin yok edildiği kilim gibi farklı kilim dokuma teknikleri vardır.

Konya ve civarı ise kilim çeşitliliği bakımından en zengin dokuma merkezlerinden birisidir. Hemen hemen her ilçe ya da kasabasında kilim dokumacılığı var olmuştur. Bunlardan en önemlileri olarak Ilgın Çiğil, Karapınar Hotamış, Nuzumla, Turgut, Çumra, Beyşehir, Cihanbeyli, Ereğli vd. sayılabilir.

Seydişehir-Mesudiye kilimi

AHMET AYTAÇ

BİBLİYOGRAFYA

  • Acar Balpınar, 1982; Aytaç, 1997, 3; a.mlf., 2003; a.mlf., 2009; a.mlf., 2000; a.mlf., 2003d; a.mlf., 2002; a.mlf., 2000, 122; a.mlf., 2006; a.mlf.-Dalkıran, 2010; a.mlf., 2003a; Aytaç, 1982; Deniz, 1998; Durul, 1987; Kayıpmaz-Kayıpmaz, 1991; Kırzıoğlu-Akansel, 1999; Türk Kültür Tarihi, 1978, III/149; Öney, 1992, 167; Özay, 2001, 5; Pektaş, 1992, 48; Uğurlu, 1997; a.mlf., 1998; Yerli, 2000.