HACI VEYİSZADE HACI İBRAHİM EFENDİ (KURUCU)

Müderris.(1308/1892-1945)

Konya merkezinde, Sedirler Orta Mescit Mahallesi’nde doğdu. Babası Konya’nın meşhur bilginlerinden Adliye Medresesi müderrisi Hacı Veyis Efendi, annesi Şatırlı Hacı Mehmet Efendi’nin kızı Fatma Hanım’dır. Hacı Veyiszade Mustafa Sabri Efendi’nin küçük kardeşi olan İbrahim Efendi’nin ilk hocası babası Hacı Veyis Efendi’dir. Babasında hıfzını tamamlayan İbrahim Efendi bir süre Adliye Medresesine devam etti ve medresenin müderrisi olan Hacı Veyis Efendi’den icazet aldı. Birinci Dünya Savaşı’nda subay olarak askere gitti ve Sina Cephesi’nde savaşa katıldı. Millî Mücadele’ye imam olduğu için katılamayan İbrahim Efendi, askerden döndükten sonra 1921 yılında Göçü köyünden Hacı Ali Ağa’nın kızı Sare Hanım’la evlendi. Sare Hanım, Ali Ulvi (Kurucu) Bey’i dünyaya getirdikten bir buçuk yıl sonra Mustafa adı verilen ve bir yıl kadar yaşayan oğlunu dünyaya getirirken vefat etti (1923 sonları). İbrahim Efendi bunun üzerine Sare Hanım’ın kardeşi Aliye Hanım’la evlendi. Bu evlilikten Muhammed Nuri ve Ahmet Ziya adı verilen iki oğlu daha dünyaya geldi. İlk vazifesi Göçü köyünün imam ve hatipliği olan İbrahim Efendi burada beş vakit namazı kıldırır, fırsat buldukça köylülere vaaz verir ve dinî sohbetler yapardı. Vazifesini sadece dinî vecibelerin yerine getirilmesini sağlamakla yeterli görmemiş ve tarih boyunca dinî kültürün muhafazasında etkin olan Küttâb benzeri bir okul oluşturmuştu. Temel bilgilerinin verildiği erkek ve kızların ayrı ayrı devam ettiği bu okulda erkeklerin başında kalfa, kızların başında ise abla denilen yardımcıları vardı. İbrahim Efendi özellikle harman zamanlarında tarlalarının bulunduğu Şatır’a gidiyor; burada ve zaman zaman gittiği Sakyatan’da her fırsatta, hatta harman yerinde bile vaaz ve sohbet ederek dinî bilgiler veriyor ve Kur’an-ı Kerim öğretmeyi sürdürüyordu.

1 Kasım 1928 tarihinde yeni yazının kabulü üzerine, diğer köy imamları gibi on beş gün Konya’da mecburi olan kursa katılarak yeni harfleri öğrendi. Köye döndükten sonra bir taraftan zorunlu olan yeni Türk alfabesini öğretirken, diğer yandan da Kur’an-ı Kerim ve Osmanlı alfabesi dersleri vermeyi sürdürdü. Göçü’nün yakınındaki jandarma karakolundan görevliler sık sık köye baskın yaparak Osmanlı alfabesi ve Kur’an-ı Kerim öğrenimi verilmesinin yasaklandığını bildirerek Latin alfabesi dışında herhangi bir şey öğretmenin yasak olduğunu ilan ederek takibe başlamışlardı. Bu durumdan çok rahatsız olan, özellikle 1930 senesinin başından itibaren Göçü’de vazife yapamaz hâle gelen İbrahim Efendi, ağabeyi Mustafa Sabri Efendi’ye bir mektup yazarak durumun vahametini anlattı ve baskıların değil vazifeden geri kalmasının kendisini üzdüğünü belirtti. Kardeşinden gelen mektubu büyük bir üzüntü içerisinde okuyan Hacı Veyiszade yazdığı cevapta Tekke Mahallesi’ndeki mescidin imamının vefat ettiğini ve isterse orada görev alabileceğini bildirdi. Bu teklifi kabul eden İbrahim Efendi’nin Göçü’den ayrılışı çok dramatik olmuştur. Bütün köylülerle meydanda helalleşirken çok üzgün olan öğrencilerinin topluca ağlaşmaları İbrahim Efendi ve ailesini çok üzmüştür.

Konya’ya gelen İbrahim Efendi, Cevizaltı semtinde Durak Fakı Mahallesi’nde Nuh Efendi Mescidi’nin bitişiğindeki eve yerleşti ve Tekke Mahallesi’ndeki Piri Paşa Camii civarındaki mescitte göreve başladı. Bu arada Konya’da ilmî ve kültürel derinliği olan bir muhitin içerisine giren İbrahim Efendi, sık sık kardeşi Mustafa Sabri Efendi, Zeynelabidin ve Ahmed Ziya efendilerin Mekke’ye giderken yerlerine halife tayin ettikleri Fahri Kulu Hoca Efendi ve Cebbarzade Hacı Şükrü Efendi ile bir araya gelerek ilmî ve siyasî müzakerelerde bulunma imkânı elde etti. Fahri Efendi hem hocası hem de mürşidi idi. Şükrü Efendi de Konya’da her konuyu istişare ettiği yegâne dostuydu. Tekke Mahallesi’ndeki mescitte Konya’dan ayrıldığı 1939 yılına kadar görev yapan İbrahim Efendi sabah namazlarından önce aralıksız vaaz ve nasihatlerde bulunmuş, teravih namazlarını da hatimle kıldırmıştı. Kısa zamanda etrafında geniş bir cemaat kitlesi oluşmuş ve özellikle bahar ve yaz mevsimlerinde cemaat mescide sığmaz hâle gelmişti. Diyanet İşleri Başkanlığının 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelgesi ile Arapça orijinali yerine, ezanın Türkçe okunmaya başlaması üzerine oğlu Ali Ulvi Bey’e bu görevi yaptıran İbrahim Efendi fırsat buldukça ezan ve kametin eskisi gibi okunması için çaba gösteriyordu. Mescidin mahalle avarız vakfına ait dükkânlarından gelen gelirinden on beş lira maaş alan İbrahim Efendi bu dükkânların belediyeye geçmesinden sonra herhangi bir maaş almaksızın görevini aksatmadan sürdürdü. Bütün zorluklara ve özellikle 1934-35’li yıllardan itibaren baskılara rağmen 1939 yılına kadar kesintisiz cemaatinin çocuklarına Kur’an-ı Kerim ve temel İslam bilgileri öğretti. Bu arada başta oğlu Ali Ulvi Bey olmak üzere Vanlı Murat Hoca ve Çiğilli Hafız Mehmet Efendi’ye Arapça sarf-nahiv, onların ardından da İpek Hoca adıyla meşhur olan Hacı Mehmet Efendi’ye Arap dili ve edebiyatı dersleri verdi.

İbrahim Efendi maaşsız kalınca köyden gelen gelirin artmasını sağlayacak yollar aramaya başladı. Bu çerçevede Şatır’ın Çatak adı verilen bölgesinde satışa çıkarılan tarlaları, ilk eşinden kalan ziynetleri satarak almaya niyetlendi. Bu hususu Fahri Kulu Hoca Efendi’ye açtı. Fahri Efendi bu fikre çok sıcak bakmadı ve İbrahim Efendi’ye bu parayı çocuklarını okutması için harcamasını ve hicret etmesini tavsiye etti. Zeynelabidin Efendi’nin Medine’de olması onun hicret tavsiyesinde önemli bir etken olmuştu. Bunun üzerine Şatır’da tarla almaktan vazgeçen İbrahim Efendi toptan bakkal dükkânı işleten komşusu Kara Mustafa Efendi’nin (Özkendirci) teklifi üzerine onunla ortak oldu. 1937 yılının ortalarında gerçekleşen bu ortaklıktan sonra İbrahim Efendi’nin oğlu Ali Ulvi Bey de burada çalışmaya başladı. Oğlunun dükkâna gün geçtikçe alışması, İbrahim Efendi’yi rahatsız etti ve ortağı Kara Mustafa Efendi’yi hicrete ikna etmek için yoğun çaba göstermeye başladı. Dükkânın müşterisi ve Konya Valiliğinde çalışan Afyonlu İbrahim Bey adlı komiserin, pasaportlarının çıkmasını temin etmesiyle hicret yolu açıldı. Hacı Veyis Efendi’nin iki oğlu çocuklarıyla birlikte hicret edecekler ve Medine-i Münevvere’de mücavir olacaklardı. Medine’ye gitmeye karar verdiği günlerde akrabalarından zengin bir zat olan Hacı Mehmet Efendi; Vehbi Çelik Hoca Efendi, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, Fahri Efendi ve İbrahim Efendi’yi yemeğe davet ederek onu hicret fikrinden vazgeçirmeye çalıştıysa da o, hicret kararlılığını gösterdi. Yakınlarının bütün baskılarına rağmen hicret hazırlıklarına başlayan İbrahim Efendi 1939 yılı Eylülünün ikinci haftasında, ortağı Kara Mustafa Efendi ile birlikte Şam yoluyla Hicaz’a gitmek ve vize almak için ailesiyle birlikte Adana yolarına düştü. Ancak burada vize almaya muvaffak olamayınca ailesi ve ortağıyla birlikte İstanbul’un yolunu tuttu. İbrahim Efendi hem kendisi hem de ağabeyi Mustafa Sabri Efendi için vize alacaktı. Ancak Hacı Veyiszade’nin aldığı manevi işaretleri dikkate alarak hicret etmekten vazgeçtiğini telgrafla bildirmesi üzerine sadece kendi ailesi ve ortağı ile eşi için vize aldı. Böylece iki kardeş dünya gözüyle son defa İstanbul yolculuğu öncesinde Konya tren istasyonunda görüştüler. İstanbul’da birkaç gün kaldıktan, Mısır ve Suudi Arabistan vizelerini aldıktan sonra Romanya’ya ait Bükreş adlı gemiyle Hicaz yolculuğu başladı. Kafilede İbrahim Efendi’nin eşi, annesi ve üç oğlu, Kara Mustafa Efendi’nin de eşi Nesibe Hanım vardı.

Gemi, İskenderiye Limanı’na ulaştığında, buradan trenle Kahire’ye giderek Ezher’de okuyan Konyalı Mustafa Runyun ziyaret edildi. Ardından trenle Kahire’den Süveyş’e giden İbrahim Efendi ve beraberindekiler Cidde’ye hareket ettiler. Gemide ihrama girdikten sonra Cidde’de Konya delilinin evine indiler. Ertesi gün ikindiden sonra Cidde’den hareket ederek kum fırtınası yüzünden zahmetli bir yolculuktan sonra gece yarısından sonra Mekke’ye ulaştılar (1939 Eylül sonları). İlk umrelerini yapan İbrahim Efendi ve beraberindekiler dört ay kalan hac mevsimine kadar Konya Delili Abdüllatif Efendi’nin evinde misafir oldular. Büyük oğlu Ali Ulvi Bey’i Mısır Ezher Üniversitesine gönderen İbrahim Efendi, hacdan sonra iki oğlu, annesi ve eşiyle birlikte Medine-i Münevvere’ye gitti (Ocak 1940) ve Mescid-i Nebevi’nin Mecidiye kapısı tarafında bir ev kiralayarak Hz. Peygamber’e komşu oldu. Konya’dan götürdüğü sermayesiyle bir süre zahirecilik yapan İbrahim Efendi, daha sonra domates salçası imal edip Mekke, Cidde ve Riyad’da satarak geçimini sağlamaya çalıştı. Bu arada Şer’i İlimler Medresesinde Kur’an-ı Kerim dersleri veren İbrahim Efendi, hicret ettikten sonra Mekke-i Mükerreme’de Faslı Seyyit Alevi Maliki, Medine-i Münevvere’de Saatçi Osman Efendi, Şeyh Abdülgafur Efendi gibi hem dostu hem de ilmî müzakerelerde bulunduğu kişiler edinmişti. Çocuklarını okutma uğruna hicrete karar veren ve Medine-i Münevvere’ye mücavir olan İbrahim Efendi 1945 yılında şiddetli bir soğuk algınlığından sonra zatülcenp sebebiyle Medine’de vefat etti ve Cennetülbaki Kabristanı’na defnedildi.

Ali Ulvi Bey’le diğer oğlu Ahmet Ziya Bey’i Mısır’da Ezher Üniversitesinde, üçüncü oğlu Mehmet Nuri Bey’i de Amerika’da okutmaya muvaffak olan ve her üçünü de hafız yapan Hacı Veyiszade Hacı İbrahim Efendi, tıpkı babası ve ağabeyi gibi âlim fazıl, muttaki ve ihlâs sahibi bir olgun kişi idi. Gazeteci Mahmut Sural, Hacı Veyis Efendi ve iki oğlunu şöyle özetler: “İbadet ve ihlâsta üstüne gelen yoktu; Hacı Veyis Efendi ile iki oğlu, maneviyat yolunda büyük hedefleri olan üç yarışçı gibi idiler. Birinde bulunan güzel bir davranış, diğerinde de mutlaka bulunurdu. Bu üç mutlu insanın birinden söz edersiniz, diğer ikisinden de mutlaka söz etmiş olursunuz.”

Hacı Veyiszade Hacı İbrahim Efendi (Kurucu)

MUSTAFA SABRİ KÜÇÜKAŞCI

BİBLİYOGRAFYA

  • Düzdağ, 2007, I-II; 2009, III; Uz, 2009; Oğlu Ahmed Ziya İbrahim Bey’le yapılan görüşmeler.