RUBAİYYAT-I MEVLÂNA

Mevlânaʼnın rubaileri.

Arapçada “dörtlü, dörtlük” anlamına gelen “rubâʼî” kelimesi (çoğulu “rubâʼiyyât”) edebiyatta dört mısradan meydana gelen şiirlere verilen addır. Bazı araştırmacılara göre bu nazım şeklinin kaynağı Orta Asya Türk edebiyatıdır. Orta Asyaʼdan İranʼa geçen nazım şekli burada gelişmiştir. Rubai vezinleri denilen ve aruzun, tamamen bu şiire ait kalıplarıyla yazılan rubailerin konuları aşk, tasavvuf, felsefe ve hikmet ana başlıkları altında toplanabilir.

Türk şairleri rubai vezinlerini XII. yüzyıldan itibaren kullanmaya başlamışlardır. Hikemi ve felsefi düşüncelerin yer aldığı rubaileriyle Mevlâna Celaleddin-i Rumi bu nazım biçiminin Anadoluʼda fikir öncüsü olmuş, Dîvân-ı Kebîrʼde yer alan rubaileri pek çok Türk şairini etkilemiştir.

Mevlâna Celaleddin-i Rumi’nin külliyatı üzerine en sağlıklı yayın olan Bediüzzaman Furûzanferʼe ait yayında Mevlânaʼnın 1.995 rubaisi vardır. Bu rubailerden bir kısmı bir, iki kelime farklılığıyla, bir kısmı mısraların yer değişimi dolayısıyla, bir kısmı da farklı mısralarla tekrarlanmıştır. Genel olarak rubailerin hepsinde vezin aksaklığına rastlanmaz. Bu rubailerde sanat kaygısının güdülmediği, bir fikrin işlenişinin öne alındığı görülür.

Mevlâna gerek Mesnevî’de gerek Dîvân-ı Kebîr’de çok rahat ve akıcı bir Farsça ile şiir söyleyebilen güçlü bir şairdir. Aynı özellikleri rubailerde de görmek mümkündür. Bir mutasavvıf şair olarak tasavvufi terimlerin, deyimlerin hemen hemen hepsini kullanan Mevlâna, aynı zamanda dünya hayatı, dünya aşkı ile ilgili bir hayli rubai yazmıştır. Gül, bülbül, sevgili, cefa, vefa, keman kaş, büyüleyici göz, zincir zülüf, ince bel, kirpik okları, gamze okları gibi klasik Fars şairlerinin kullandığı bütün araçlardan, motiflerden, mazmunlardan faydalanmıştır.

İnsan ömrünün kısalığı, dünya mülküne değer vermemek gerektiği, insan varlığının Allah katında bir hiç mesabesinde olduğu ana kavramları etrafında söylenen rubailerin sayısı hayli fazladır.

Mevlâna’nın Mesnevî ile Dîvân-ı Kebîr’ine müdahale edildiğini, başka şairlerin şiirlerinin sokuşturulduğu iddiasını kimse ileri süremez. Ama aynı husus ne yazık ki rubailer için geçerli değildir. Çağdaşı olan veya kendisinden önce yaşamış olan kimi şairlerin rubailerinin bir şekilde Mevlâna’nın rubailerinin arasına karıştığı anlaşılmaktadır. Mevlâna gibi bir mutasavvıf şaire yakışmayacak tarzda rubailer de külliyatta göze çarpmaktadır. Evhadüddin-i Kirmânî’nin, Mevlâna’nın, daha eskilere gidilirse, Senâî’nin hatta Ömer Hayyam’ın rubailerinden bazılarının aynen veya küçük değişikliklerle kaydedildiği görülür.

Mutasavvıf şair olmasına rağmen Mevlâna sufi olmayan şairlerin kullandığı ve İslam’da haram olan şarabı bir sembol olarak sık sık kullanır. Bunun yanında şarap küpü, meyhane, meyhane yolu, meyhane müdavimi, bulut gibi sarhoş (harâb), çayırlık, gül, bülbül, gülistan, saki, kadeh, gümüş tenli sevgili, gümüş göğüslü dilber, kıvrım kıvrım zülüflü ince belli güzel gibi mazmunlar da bu rubailerde yerini bulur. Öte yandan Yunani aşkı dile getiren rubailer az da olsa göze çarpar. Bu husus, sufi olsun, olmasın bütün şairlerin uzak kalamadıkları ve yüzyıllardır süregelen bir akımdır. Mevlâna da ister istemez bu akıma uymuştur. On üçüncü yüzyıldan sonraki İran edebiyatında ve Türk divan edebiyatında da bu gelenek aynen devam etmiştir.

Mevlâna’nın rubailerinin çoğu dinler tarihi, tasavvuf, doğu mitolojisi ve Mevlevilik terminolojisi hakkında zengin bir kaynaktır. Rubailere göz gezdirildiğinde şu kelimelerle ve özel isimlerle karşılaşılacaktır: Cebrail, Muhammed, Ali, Musa, Süleyman, Halil İbrahim, Meryem, İsa, Yakup, Yusuf, Hızır, Eyüp, hac, Arafat, kıble, namaz, secde, rükû, mihrap, lamekân, tevhit alemi, münkir, nekir, Cennet, Cehennem, Kâbe, puthane, manastır, hankâh, tekke, şeyh, derviş, mürit, cüppe, hırka, keşiş, zünnar, sema, mutrip (çalgıcı), def, ney, varlık, yokluk, tecelli, züht, tövbe, tespih, küfür, İslam, Müslüman, Yahudi, Hristiyan, ezan, çan…

Külliyat’ın Rubailer kısmında Mevlâna’ya ait olarak gösterilen ve neredeyse Mevlâna ile özdeşleşen bir rubai de ondan yedi-sekiz kuşak önce yaşamış olan ünlü sufi Ebu Said Ebülhayr’a aittir.

 

“Bâz â bâz â, her ançi hestî bâz â

Ger kâfir u gebr u butperestî, bâz â

İn dergeh-i mâ dergeh-i novmîdî nîst

Sed bâr eger tovbe şikestî bâz â”

 

[Yine gel, yine gel, ne olursan ol, yine gel.

İster kâfir, ister ateşperest, ister putperest ol, yine gel.

Bu dergâhımız ümitsizlik dergâhı değil.

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.]

 

Şimdiye kadar Muhammed Veled İzbudak Çelebi başta olmak üzere Abdülbaki Gölpınarlı, Asaf Halet Çelebi ve başkaları tarafından Rubailerin tam veya güldeste (seçki) hâlinde birçok çevirisi yapılmıştır. Mehmet Kanar tarafından yapılan bir seçkide de rubailerin çevrimyazısı verilerek okuyucuya Farsça metnin müzikalitesini anlama konforu sağlanmıştır.

 

MEHMET KANAR

BİBLİYOGRAFYA

  • Bediüzzaman Furûzanfer, 1957-1963; [İzbudak], 1312; Çelebi, 1944; Mevlâna Celaleddin Rumi, 1964; a. mlf., 2012; Can, 2005; Evhadüddin-i Kirmani, 1999; Sadık Hidayet, 2006; Öztürk-Albayrak, 2008; Şafak, 2009a.