ILGIN

II. TARİHİ

İlkçağda Ilgın

Ilgın ilçesi, Orta Anadolu’nun batıya açılan önemli güzergâhlarından biridir. Bu özelliğinden dolayı bölge tarihöncesinden itibaren ulaşım ağı içinde yer almıştır.

Klasik dönem kaynaklarında Ilgın’dan Tryhanion olarak söz edilmektedir. MÖ 401 yılında Batı Anadolu Pers satrapı olan Genç Kyros, babası II. Darius ölünce babasının yerine tahta çıkan ağabeyi II. Artaxarxes’e karşı bir sefer düzenledi. Bu sefer ordusu içinde önceleri savaş muhabiri olan ve daha sonra ordudaki Yunanlı birliklerin başlarındaki komutanların ölmesi üzerine Yunanlı birliklerin komutanı olan Ksenephon, Kyros’un ordusuna Ilgın Ovası’nda bir geçit merasimi yaptırmasından bahisle: “Sonra iki gün yürüyüşle (Thymbrion’daki Misad Pınarı’ndan) on iki ferseng (fersah) ilerleyerek Tyriaion şehrine ulaştı. Orda üç gün kaldı. Kilikia kraliçesinin, Kyros’tan, kendisine ordusunu göstermesini rica etmesi üzerine Kyros razı olup, Barbar ve Yunanlı birliklerine ovada bir geçit töreni yaptırdı. Yunalılara, savaş düzeninde toplanmalarını, generallere de birliklerini sıralamalarını buyurdu.” (Anabasis I/14)

Her ne kadar Ksenephon bu durumu bir geçit merasimi olarak değerlendirse de Kyros’un savaşa katılacak ordusunun son durumunu kontrol etmesi ve bir savaş provası niteliğindedir. Doğuya yapılan böyle bir seferde Ilgın nasıl bir son bir kontrol noktası ise bu olaydan yaklaşık 850 yıl önce Hitit imparatoru IV. Tuthaliya’nın Batı Anadolu’daki Arzawa Konfederasyonu’na yaptığı bir seferde benzer bir rol üstlendiği, yaptırdığı Yalburt Su Havuzu üzerine yazdırdığı hiyeroglif metinlerden anlaşılmaktadır.

Tuthaliya burada Akdeniz’e kadar sefer yapacağı kentlerden söz ederken, yapacağı seferin son planlarını burada gözden geçiriyor gibidir (Hawkins, 1995).

Bölgedeki yerleşim yerleri tarihöncesinden itibaren bölgenin bu stratejik konumunu ortaya koymaktadır. Bölge, MÖ VII. bin yılda Neolitik Çağda Akşehir Dedemezarı ve Selçuklu Beçene (Biçer) Zıvra höyüklerin varlığı düşünülürse bu bölge Neolitik Çağdan itibaren yerleşim görmüştür. Nitekim bölgede Neolitik Çağı izleyen Kalkolitik Çağ (MÖ 5600-3000) yerleşimleri görülmektedir. Bunlardan bazıları Çayır (Samantepe), Eldeş, Osmancık, Mahmuthisarı, Çobankaya, Karaköy Kaleköy Küllük, Gedikören, Yobaltık (Çiftlik), Çeşmecik Kavganın ve Kökeç höyükleridir. Bu höyüklerde daha sonraki İlk Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) yerleşmeleri görülmektedir.

Anadolu’da tarihî çağların başladığı Orta Tunç Çağında Mezopotamya’dan gelen Asurlu tüccarların yazıyı getirdikleri ve tarihî dönemleri başlatmada önemli bir katkıları oldukları bilinmektedir. MÖ II. binyılın başlarında bu tüccarların Konya Ovası’nı doğudan batıya kat ettikleri Konya-Karahöyük kazılarındaki arkeolojik belgelerden ortaya çıkarılmıştır. Konya Karahöyük Koloni Çağının tüccarlarının Batı Anadolu’ya yönelen ticaret yollarının güzergâhını belirleyen bölgede çok sayıda höyük bulunmaktadır. Yukarıda tarihöncesi yerleşimlerde sözü edilen çoğu höyükte bu dönemde de kültür izleri bulunmuştur.

MÖ II. bin yılda da bölgede Eldeş, Kaleköy-Eskiköy, Mahmuthisarı, K. Küllük, Şarampoltepe, Yobaltık, Şuhut/Çobankaya, Kavganın ve Ilgın höyükleri görülmektedir. Bu höyüklerdeki çanak çömlek kültürlerinin dışında bölge tarihine yazılı belgeler de tanıklık etmektedir.

Hititler Döneminde yöreden Pitaşşa olarak söz edilmeye başlanmıştır. Pitaşşa, Hititler ile Batı Anadolu’da sürekli çatışma hâlinde bulunduğu ezeli düşmanı Arzawa arasında yer almaktaydı. Tuz Gölü ile Göller Bölgesi arasında yer alan bu bölge kimi zaman Pitaşşa’nın da yer aldığı Arzawa arasında bir sınır hattı idi. Ilgın bir bakıma Hititlerin batı cephesinin başlangıç noktasını oluşturmaktaydı. Nitekim Ilgın Yalburt’ta Hitit imparatoru IV. Tuthalia böyle bir sefer sırasında bölgeye gücünü pekiştirmek için bir su havuzu yaptırdığı gibi batıya olan sefer rotasını da bu havuz taşlarında anlatmıştı. Bu anlatım, imparatorun burada sefer hazırlıklarını son bir kez daha gözden geçirdiğini göstermektedir. Bu yazıtlarda IV. Tuthalia Akdeniz’e kadar sefer yapacağı kentlerden tek tek söz etmektedir.

Genellikle baraj olarak kabul edilen ancak bir yol kemeri olabilecek Ilgın-Kadınhanı arasındaki Köylütolu Anıtı da Hititlerin bölgeye verdikleri önemi yansıtmaktadır. Burası Hititler Döneminde adından söz edilen Arimatta kenti olmalıdır.

Karaköy yakınında başka bu tür Hitit anıtı ve yerleşmesi olmamakla birlikte Köylütolu ile Yalburt arasındaki bağlantı Karaköy çevresinde yapılmaktaydı. Karaköy çevresinde Hasan Bahar* ve ekibi tarafından yapılan yüzey araştırmalarında bazı höyüklerde bu döneme ışık tutacak keramik parçaları tespit edilmiştir. Karaköy’ün kuzeyinde Çavuşçu Göl ile Atlantı arasındaki toprakları sulayan kanalın kuzey kenarında yer alan Karaköy Köprüsü’nün Küllük Höyük bu dönemde de yerleşmeye sahne olmuştur. Yine Kaleköy Eski Köy Yerleşmesi Höyük ve iki yerleşme arsında kalan tarlaların genişletilmesinde yok edilen düzlenmiş höyük malzemelerinde bölgenin Hitit İmparatorluk Çağı ile ilgili az da olsa bilgilere ulaşılabilmektedir. Günümüzde Karaköy Atlantı Karatepe ve Atlantı Gümüşlü güzergâhını takip ederek batıda Yalburt Su Anıtı’na ve Çobankaya Höyük, kuzeybatıda Dereköy’den Navruşuk (Gedikören), Şarampol Tepe ve Ilgın höyüklerine ulaşmaktadır. Diğer taraftan Atlantı Ilgın arasında Karaköy Kalesi’nin kuzeyinden Zaferiye’ye çıkan ve Ilgın Ağalar çevresinden geçen “Tuz, Şap” ya da “İpek Yolu”, Batı ve Güneybatı Anadolu’ya uzanan tarihî yollardır.

Hititler Döneminde bölge için kullanılan Pitaşşa ismi, Helenistik ve Roma dönemlerinde bölgenin biraz güneyine Göller Bölgesi’nin adı olan Pisidya ile eşleştirilmiştir. Bu durum, MÖ 1200 yıllarında batıdan, Güneydoğu Avrupa’dan gelen, Ege göçleri Anadolu’daki demografik yapıda değişikler meydana getirmiştir. Bu dönemde Balkanlardan gelen Frigler bölgeye yerleşmiştir. Bölgede bulunan Pitaşşalıların bir kısmı göçlerle birlikte Mısır kapılarına kadar sürüklenmiş bir kısmı da güneydeki daha dağlık olan Göller Bölgesi’ne yerleşmiştir. Onların yerini dolduran Frigler ise daha sonra Pitaşşa’ya adını vereceklerdir. Pitaşşalılar ise Pisidya olarak güneye adlarını vermişlerdir.

Hellenistik ve Roma dönemlerinde Frigya’nın Paraoures (Sultan Dağları) içinde yer almasından Frigya Paraoures olarak adlandırılmıştır. Frigya Paraoures, Konya’nın Selçuklu ilçesinde yer alan Bozdağlara kadar uzanmaktaydı. Günümüzde İç Batı Anadolu ile İç Anadolu’nun merkezi bölgesi Konya Ovası’nı ayıran Bozdağlar antik dönemde Frigya ile Lykaonia sınırını oluşturmuş olmalıydı. Çünkü Göller Bölgesi içine giren bu tabii hattın batı kesimi daha çok yağış alan bir bölgedir.

Hititlerden beri belirlenen dağ, nehir ve göl gibi engebelerle çizilen coğrafi bölgeler aslında belli bir iklim şartını da üzerinde taşımaktadır. Ancak bu tabii görünüm ve iklim şartları ile sınırlarını tespit etmeye çalıştığımız coğrafi bölgeler geçmişte kültürel havzaları da oluşturmaktadır. Geçen yüzyılın başlarında bölgede yapılan epigrafik araştırmalar, Frig halkının Bizans Dönemine kadar bölgede yaşadığını göstermektedir. Bu epigrafik araştırmalarda Neo-Frigçenin yanında, Pitaşşalıların kullandığı Luvice yer ve şahıs adlarının kullanıldığı görülmüştür.

Bölge, Hitit Devleti’nin Ege göçleri ile MÖ 1200 yıllarında yıkılması ile dört yüz yıl sürecek bir kaosa girecektir. Orta Anadolu’nun bu dönemde parçalanmış küçük beyliklerle yönetildiği daha sonraki Asur ve Urartu kaynaklarından anlaşılmaktadır.

MÖ 1200 yıllarında Avrupa’dan doğuya doğru bir kıtlık sebebiyle meydana gelen “Ege Göçleri” ya da Mısır belgelerinde “Deniz Kavimleri” olarak adlandırılan kavimlerin göçü Hitit devletinin yıkılmasına yol açmıştır. Bu yıkılıştan sonra Anadolu’da uzun süre bir siyasal egemenlik görülmez. Özellikle Orta Anadolu’nun batı kesimlerinde Friglere kadar siyasal bir boşluk söz konusudur. Ancak Erken Demir Çağı olarak adlandırılan bölge hakkında yazılı belgelerin kıt olarak söz ettiği bu dönem MÖ VIII. yüzyılın ortalarına kadar sürer. Tarihöncesi dönemde olduğu gibi arkeolojik materyallerden yola çıkılarak dönemin yaşantısı hakkında bilgi alınmaya çalışılmaktadır. Bölgede yapılan yüzey araştırmaları sonucunda burada birtakım Demir Çağı yerleşmeleri ortaya çıkarılmıştır. Atlantı Karatepe, Ilgın Şarampol Tepe, Mahmuthisarı ve Kaleköy eski köy yerleşmesi bu döneme ışık tutabilecek keramik parçaları vermektedir. Karaköy Kalesi ise bu karanlık dönemin sonlarına ışık tutabilecek izler taşımaktadır. Özellikle kaledeki I. Evre mimari yapılar Orta Demir Çağı yapılarını yansıtmaktadır. II. Evre ise Roma Döneminde yapılmış ve hâlen ayakta kalan kısmıdır.

Kalenin yer aldığı tabii tepenin 300 m batısındaki zirvesinde yer alan Kale Tepesi’ndeki kale temelleri ise karakol nitelikli gözetleme amaçlı yapılmış bir kale olup batıda Ilgın Ovası doğuda Karaköy çevresini kontrol edebilmektedir. Burada bulunan açkısız kaba yapımlı bol taşçık ve kumlu keramikler form olarak Demir Çağı izlenimini vermektedir. Ancak benzerlerinin antik çağda da olması bunlar üzerinde detaylı çalışmaları ve bölgede yeni araştırmalar yapmanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Son yıllardaki arkeolojik belgelere dayanılarak Gordion’da MÖ I. binin başlarından itibaren Frig Devleti’nin varlığı öne sürülmektedir. Ancak yazılı belgeler VIII. yüzyılın ortalarında Frig Devleti’nin varlığından ve kralları Midas’tan söz etmektedir. Bu dönemde Midas, Orta Anadolu’yu boydan boya topraklarına katmıştı. Frigler Döneminde Karaköy ve çevresi kuzeyde Sakarya Vadisi ile güneyde Toroslar arasında bağlantı noktasında yer alması bakımından önemlidir. Frig Devleti MÖ 695 yılında Gordion’un Kimmer istilası sonucu yakılıp yıkılması üzerine Midas’ın boğa kanı içmesiyle son buldu. Ancak bir kısmı batıya Eskişehir ve Kütahya arasındaki dağlık bölgeye çekilerek bir süre daha varlıklarını sürdürdüler.

Friglerden sonra bölgenin Lidyalıların elinde olduğu bilinmektedir. Batı Anadolu’da Manisa Salihli’de başkentleri olan Lidyalıların doğudaki sınırları Kızılırmak’a kadar uzanmaktaydı. Friglerin bölgede bıraktığı boşluğu Lidyalılar doldurmuştu. Güneyde ise Asurluların yerini Yeni Babilliler almıştı. Toroslara kadar uzanan Babil Kralı Neriglissar’ın seferlerinde batı komşuları Lidyalılardan Ludu olarak söz edilmektedir. İlk kez parayı icat eden Lidya Devleti, İran’dan gelen Pers saldırıları ile MÖ 547 yılında tarihe karıştı.

Bölgede Perslerin varlığı ise 200 yılı aşmaktadır. Persler Anadolu’yu satraplık adı verilen vilayetlere ayırmışlardır. Bunlar Iauma (Ion), Sparda (Sardeis), Daskleion, Kilikia ve Armenia satraplıklarıdır.

Bölgenin coğrafi olarak ismi Frig Devleti’nden itibaren Frigya olarak adlandırılmakta idi. Pers Döneminde bölgenin Daskleion Satraplığı içinde yer aldığı anlaşılmaktadır. Persler sonrasında Anadolu Büyük İskender ve halefleri tarafından yönetilmiştir.

Büyük İskender MÖ 334 yılında ordusu ile birlikte Çanakkale Boğazı’ndan Anadolu’ya geçti. Granikos’da Pers ordusu ile karşılaşarak onları mağlup etti. Batı Anadolu’dan sonra güneye bugünkü Antalya çevresine Likya ve Pamfilya’ya geçti. Buradaki kentleri alarak kuzeye Frigya’ya yöneldi. Bugünkü Isparta-Burdur çevresi olan Pisidya bölgesinden Frigya’daki Kelainai (Dinar)’ye ulaştı ve burada Frigya Satraplığının başına Antigonos’u getirdi. Buradan Frigya’nın merkezi Gordion ve oradan da Ankara’ya ulaştı. Gülek Boğazı’nı geçerek Çukurova’ya ulaşan İskender, İssos’ta Persleri ağır bir yenilgiye uğrattı.

MÖ 332-331’de Mısır’ı, MÖ 331/330’da İran’ın başkenti Persepolis’i ele geçirdi. Daha sonra Orta Asya ve Hindistan’a bir sefer yaptı. Hindistan dönüşü 13 Haziran 323’te Babil’de öldü. O ölünce devleti generalleri arasında bir dizi savaş sonu paylaşıldı. Konya ve çevresi de bu dönemde çeşitli el değişikliklerine uğradı. Bir süre bölge Selevkosların elinde kaldı. Selevkosların yönetimi sırasında Avrupa’dan Anadolu’ya göç eden Galatlar görülmektedir.

Selevkoslarla mücadele eden Galatlar Ankara çevresini başkent yapmışlar ve Orta Anadolu’da yayılmışlardı. Anadolu’yu istila etmelerinden yaklaşık on yıl sonra Selevkos Kralı I. Antiokhos tarafından yenilen Galatlar bu yenilgiden sonra yılmamışlardır. Konya ile Ankara arasına bu dönemde yayılmışlar ve bu bölge daha sonraki yılarda Galatya olarak anılmıştır.

MÖ 190 yılında Rodos ve Bergama donanmalarının da yardımı ile Hellespontos’u (Çanakkale Boğazı) geçerek Anadolu’ya giren Roma orduları Bergama orduları ile birleşerek Magnesia (bugünkü Manisa) yakınlarında Selevkos Kralı III. Antiokhos yenilgiye uğratılmıştır. MÖ 189 yılında Roma, Antiokhos’a yardım eden Galatları cezalandırmak için bir sefer düzenledi. Frigya’ya giren Roma orduları Ankara’ya kadar bölgeyi ele geçirmişlerdir. MÖ 188 yılında Romalılar ile Selevkoslar arasında yapılan Apameia Barışı ile Selevkoslar Kalykadnos (Göksu) Nehri’nden batıda kalan toprakları Roma müttefiki Bergama’ya bırakmışlardır. MÖ 133 yılında Bergama Kralı III. Attalos ölürken vasiyeti üzerine ülkesini Roma’ya bırakmıştır.

Romalılar MÖ 129 yılında Asya eyaletini kurdular. Eyaletin toprakları Batı Anadolu’dan Orta Anadolu’ya Konya’ya kadar uzanmaktaydı. Ilgın ve Karaköy çevresinin bu eyalet içinde olduğu düşünülmektedir.

Bölge bir süre Galatya Krallığına bırakılır (MÖ 31-25). Romalılar, Galatya Kralı Amyntas’ın Suğla Gölü kıyısında Homonadlar tarafından MÖ 25 yılında öldürülmesiyle Galatya Krallığını eyalet haline getirerek ülkelerine bağlamışlardır.

Roma Döneminde doğuya uzanan önemli yollardan biri de Ilgın çevresinden geçmekteydi. Strabon bu yolun Efes’ten başladığını Aydın, Sultanhisar ve Yalvaç’a kadar uzandığını oradan Sultan Dağlarına (Phrygia Paroreia) ve Akşehir (Philomelion)’e ulaşıldığını, oradan da Ilgın (Tyriaion)’a ve Ladik (Laodikeia Katakaumene)’e varıldığını anlatır (Strabon, XIII/29, 663).

Kuşkusuz bu dönemde önemli bir kale olarak Ilgın ve Karaköy arasını tutan Karaköy Kalesi bu geçişlerde önemli bir rol oynamaktaydı. Roma Dönemi ile ilgili olarak Karaköy’de çeşitli mimari, mezar, stel ve keramik parçaları bulunmaktadır. Kuşkusuz Karaköy, Roma Döneminde Ilgın, Ladik arası ulaşımında önemli bir konaklama yeriydi. Köprünün Küllük mevkiinde köprünün kuzey ayağı ucunda bulunan mimari parçalar bu civarda bulunan yapıların da sıradan olmadığını yansıtmaktadır. Kale ile Karaköy arasında buluna oda mezar kalıntıları, keramik parçaları o dönemde Kale ile Karaköy arasında yerleşim olarak bir kopukluk olmadığını göstermektedir.

Günümüzdeki yerleşme yerinin sınırları göz önünde tutulacak olursa antik dönemde daha geniş alana yayıldığı görülür. Oma dönemi buluntular içinde bir maden döküm kalıbı da ilginçtir. Diğer taraftan kalenin doğu yüzünde görülen kesilerek alınmış taşlara ait çukurlar bu alanın antik taş ocakları olduğunu yansıtmaktadır. Demek ki Kale Tepesi sadece savunma amaçlı değil bölgenin taş ihtiyacını da karşılayan yataklara sahipti. Günümüzde Konya-Afyon demiryolunu gözetleyen bu kale ve çevresi tarih öncesinden itibaren ulaşım yollarını gözetlemekteydi.

Anadolu’nun tarihî coğrafyası üzerine büyük araştırmalarda bulunan Ramsay, Bizans taht mücadelelerinde Skleros ile Bardas Phokas’ın kavgalarına işaret ederek Phokas’ın bu kaleye sığınmış olacağından söz eder. Leo Diaconus’un Antigous Kalesi ya da Tyrannoi olarak söz ettiği Phokas’ın sığındığı kale Ramsay’a göre Tyrianion (Ilgın) olmalıdır. Ramsay bu kaleyi görmemekle birlikte Köylütolu civarına kadar gelmiş ve buradan kalenin yeri hakkında bilgi vermektedir. Tarifine göre onun, Tyrianion (Ilgın) Kalesi dediği kale Kaleköy ya da Karaköy Kalesi olarak bilinen kale olmalıdır.

Bizans Döneminde bölge Heraklius’un kurduğu Anatolikan themasında yer aldı (MS 669). MS 1084 yılında ise bölge Türklerin eline geçmiştir.

Karaköy Kalesi kalıntıları

HASAN BAHAR

BİBLİYOGRAFYA

  • Bahar, 1996, 153-183; a. mlf., 2000; Bahar-Karauğuz-Koçak, 1996; Belke, 1984; Calder, 1956; Cornelius, 1958, 225-251; Del Monte-Tischler, 1978, 318-319; a. mlf.ler, 1992, 127; Hawkins, 1995; Kaya, 2000; Kitchen, 1969; Ksenephon, 1998; Lipinški, 2006, 52-53; Strabon, 2000; Özgüç, 1988; Ramsay, 1960; Temizer, 1984, 53-57.