İNCE MİNARELİ MEDRESE

Türkiye Selçuklu Dönemi eseri.

Alâeddin Tepesi’nin batısında, Beyhekim (günümüzde Hamidiye) Mahallesi’nde yer alan eser, Alâeddin Köşkü, Alâeddin Camii ve Karatay Medresesinin yakınındadır. Eser, “İnce Minareli Darülhadis”, “İnce Minare Medresesi”, “İnce Minare Camii” gibi isimlerle de anılmaktadır. Yirminci yüzyılın başlarına kadar zor şartlar altında da olsa eğitim-öğretim görevini sürdürmüş, 1924 yılında -diğerleri gibi- bir kanunla kapatılınca kaderine terk edilerek hızla yıpranmaya yüz tutmuştur. Uzun bir arayı müteakip 1954’te başlayan iki yıllık bir onarımla tekrar kullanılır hâle getirilen medrese, 1956 yılında “Taş ve Ahşap Eserler Müzesi” olarak hizmete açılmıştır. Son yıllarda yapılan restorasyon çalışmalarıyla yıkık durumdaki mescidi de tamamlanarak eski sağlam hâline getirilmiştir. Bugün medrese Selçuklunun istisna bir sanat abidesi olarak hem Konya’yı taçlandırmakta hem de içinde sergilenen Selçuklu, Beylik ve Osmanlı dönemlerine ait Orta Çağ’a ışık tutan eserlerle müstesna bir müze olarak görevini sürdürmektedir. Mesela, artık tamamıyla yok olarak günümüze ulaşamayan Konya Kalesi’nin figürlü taş kabartmaları ile kitabeli parçaları müzeye ayrı bir zenginlik katmış, farklı bir değer kazandırmıştır.

Selçuklu Devleti’nin ünlü veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından mescit ve minaresi ile birlikte hadis ilimleri okutulmak üzere inşa edilen medreseye (darülhadis) gelir amacıyla pek çok gayrimenkul vakfedilmiştir. Bazı kaynaklarda yapıya bağlı olarak bir mektepten söz edilmekte ise de yaptığımız araştırmalarda mekteple ilgili herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmamış, vakfiyesinde de bahsedilmemiştir. Yapıyla ilgili olarak 1264 yılında Arapça bir vakfiye düzenlenmiş, bu vakfiyeye 1265 ve 1280 tarihlerinde iki ilave (zeyil) daha yapılmıştır. 1264’teki ilk ve esas vakfiyede medresenin ismi imaret olarak geçmekte, mescit ve minareden de ayrı ayrı bahsedilerek bağ, bahçe, tarla, dükkân vb. gibi vakıf gelirlerinden her birine pay ayrılmaktadır. Ayrıca mütevelli, müderris, muit, öğrenci, müezzin, faraş ve diğer görevlilere ne kadar, nasıl harcama yapılacağı, şehrin tanınmış simalarından seçilen otuz iki şahit imzasıyla hâkim tarafından kayıt altına alınmıştır.

İnce Minareli Medrese genel olarak Türkiye Selçukluları medrese geleneğini devam ettiren eserler arasında olmakla beraber, kendine mahsus bazı farklılıklar da göstermektedir. Bu farklılık yapının kuruluşundan itibaren başlamış, Sahip Ata’nın yaptırdığı eğitim öğretim kurumlarıyla diğerleri arasında hadis ilminin okutulduğu bir ihtisas medresesi olarak istisna teşkil etmiştir. Kare avluyu örten büyük merkezî kubbesiyle kapalı avlulu medreseler grubuna girmektedir. Fazla abartılı bir şekilde öne doğru 5,50 m çıkıntı yapan portal kütlesi, âdeta bir eyvan gibi düzenlenmiş sıra dışı özelliğe sahip giriş koridoru ve iç kapısıyla değişiklik gösterirken, girişin karşısındaki ana eyvan ve bitişiğindeki kubbeli hacimleri, havuzlu iç avlunun üstündeki aydınlık fenerli kubbesi, yanlarda karşılıklı olarak sıralanan öğrenci odaları ile geleneklere bağlı bir plan şeması ortaya koymaktadır. Bunun yanında kuzeyine bitiştirilen minaresi ve revaklı mescidi, fonksiyonel olarak bazı Selçuklu medreseleriyle benzeşmekte; fakat kuruluş olarak emsallerinden ayrılmaktadır. Yine Sahip Ata’nın yaptırdığı Akşehir Taş Medrese’nin dışındaki hiçbir Selçuklu medresesinde mescit ve minare bu kadar ön plana çıkmamış ve özellik kazanmamıştır.

Anadolu medreseleri içindeki bilimsel işlevinin yanında mimarisiyle de ayrı bir yere sahip olan bu medrese estetik açıdan da özellikle taç kapısı ve minaresiyle araştırmacıların ilgi odağı hâline gelmiştir. Taç kapı doğu taraftadır. Duvardan dışarı taşan mimari kuruluşunun yanı sıra, cephe kompozisyonu ve taş dekorasyonuyla Selçuklu geleneğini de aşarak yepyeni bir tertip ve farklı karakterle ortaya çıkmış; estetiği, süslemedeki zenginliği, kompozisyon bütünlüğü, taş işçiliğindeki incelik ve zarafetiyle dikkatleri üzerinde toplamıştır. Selçuklu taç kapılarında görülmeyen bir tasarımla mukarnas dolgulu kavsara geleneğinden vazgeçilerek onun yerine içeri doğru bursa kemerini andıran hafif oyuntulu bir cephe giriş nişiyle içeriye açılmıştır. Eni altı, boyu on metreyi aşan taç kapının cephesindeki geometrik ve bitkisel bezemenin nefis bir sülüs yazıyla tamamlanarak mükemmel bütünlüğe ulaştığı bir başka benzerine rastlamak mümkün değildir. Üst tarafta yuvarlak iki madalyon içinde medresenin mimarı Kelük bin Abdullah’ın ismi yer almaktadır. “Selçuklu taç kapılarının Türklerin göçebe devrindeki konutlarını oluşturan süslü çadır kapılarının taşa uyarlanmış şekli olduğu veya oraya dayandığı” düşüncesi İnce Minareli Medrese’nin taç kapısıyla çok daha yakın bir örtüşme göstermekte, gerek buradaki tasarım gerekse arkasındaki aydınlık fenerli kubbesiyle, süslü girişli Orta Asya çadır çeşidi olan “topak ev”i çağrıştırmaktadır.

Medresenin duvarları dıştan taş, içten altta taş, üstte tuğla ile örülmüştür. Tonozla örtülü öğrenci odaları dikdörtgen kapılarla havuzlu avluya açılmakta, bunların üstünde de sivri kemerli birer pencere yer almaktadır. Pencerelerin köşelikleri mozaik tekniğindeki geometrik çinilerle dekore edilmiş, alınlıklarına da yine aynı teknikte örgülü kufi ile Bakara suresi (Ayetelkürsi) yazılmıştır. Bu ayet yazısı eyvanın sağındaki kubbeli odanın kemerli pencere alınlığından başlayıp, turkuaz üstüne lacivert renkli çinilerle bütün duvarlarda devam ederek tamamlanmaktadır.

İç avluyu örten yaklaşık 11 m çapındaki kubbe köşe bingileriyle duvarlara oturur. Yukarıya doğru yelpaze şeklinde genişleyip kubbeye de taban oluşturan tuğla örgülü üçgen bingilerin etrafı firuze üstüne mor renkli bitkisel çinilerle çerçevelenmiş, kubbe eteğindeki geniş bordürde ise örgülü kufi yazı ile iki kelimeden meydana gelen el-Mülkülillah (Mülk Allah’ındır) ibaresi tekrarlanmıştır. Kubbenin malzemesi tuğla olup, esas örgüyü meydana getiren tuğlaların arasına belli bir düzen ve ölçü içinde dikine kaydırmalı dizilen renkli sır tekniğindeki tuğlalar iç içe zikzaklar, baklava dilimleri yatay ve düşey çizgilerle kilim desenine benzeyen geometrik kompozisyonlar meydana getirerek zengin bir görünüş ortaya koyarlar.

Mescit, medresenin kuzey duvarına bitişiktir. Kubbeyle örtülü kübik gövdenin doğuya bakan ön tarafında revaklı bir son cemaat yeri ile kapısı yer almaktadır. 1901 yılında yıldırım düşmesi sonucu yıkılan minarenin çökerttiği kubbe ve duvarları son yıllardaki onarımlarla yenilenerek eski sağlam durumuna getirilmiş, temizlik esnasında toprak altında mihrabın çini kalıntıları bulunmuştur. Bu parçalardan mescit mihrabının mozaik tekniğinde çok zengin çinilerle kaplı olduğu anlaşılmıştır.

Minare, 50 metreyi aşan boyu, iki şerefesi, tuğla ve çini dekorlu son derece zarif işlenmiş dilimli gövdesi, âdeta kalem gibi inceliğiyle Selçuklunun olduğu kadar diğer bütün dönemlerin minareleri arasında da istisna bir örnek teşkil etmektedir. 1901 yılında üst üste düşen iki yıldırım sonucu birinci şerefeden sonraki üst tarafı tamamen yıkılmış ve bir daha da onarılmamıştır. Yıkılmadan önceki sağlam vaziyetini gösteren fotoğrafları Selçuklu mimar ve sanatçılarının estetik anlayışı, zevki ve maharetleri hakkında çok iyi bir fikir vermektedir.

Medreseyi yaptıran Fahrettin Ali’nin Sultan II. Keykavus’la başlayan veziriazamlık dönemi bazı aralıklarla yirmi yılı aşkın bir süre devam etmiştir. Nerede, hangi tarihte doğduğu bilinmese de Konyalı ve Akşehirli olduğu ileri sürülmektedir. “Sahip Ata” namıyla tanınan ve birkaç sultanın hizmetinde bulunan vezirin önceleri de devletin çeşitli kademelerinde görev aldığı bilinmektedir.

İnce Minareli Medrese
İnce Minareli Medrese portali

YAŞAR ERDEMİR

BİBLİYOGRAFYA

  • Erdemir, 2009; a. mlf., 2009; a. mlf., 2007, 329-344; Sözen, 1972, 69-74; Kuran, 1969; Akok, 1972, 5-36; [Uğur]-[Koman], 1934.