MAKALAT-I SEYYİT HARUN VELİ

Abdülkerim b. Şeyh Musa’nın Seyyit Harun hakkındaki Türkçe menkıbevi eseri.

Seyyit Harun’un kardeşi Seyyit Bedreddin’in dokuzuncu göbekten torunu Abdülkerim b. Şeyh Musa tarafından Türkçe olarak 962/1554’te yazılan Makālât-ı Seyyid Hârûn Velî, Seyyit Harun’un hayatını ele almaktadır. Eserin ilk bölümünde Seyyit Harun’un bir zamanlar Horasan’da sultan olduğu, her şeyi terk edip Anadolu’ya geldiği, Seydişehir’i kurduğu, kerametleri ve ölümü anlatılmakta; ikinci bölümde ise tarikatının adabından bahsedilmektedir.

Nüshaları: Eserin üç ayrı nüshası mevcuttur. Bunlar: 1- Manisa Muradiye Kütüphanesi, Nu. 1390; 2- Konya Mevlâna Müzesi Kütüphanesi, Nu. 1513; 3- Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, Faik Soyman Vakfı Kitapları, Nu. 281.

Menakıpnamenin “Makālât-ı Seyyid Hârûn Rahmetu’llâhi ‘Aleyh” başlıklı birinci bölümünü, Çağatay Uluçay 1946 yılında yayımlamıştır. 1991 yılında Cemâl Kurnaz’ın yaptığı tenkitli basım, eserin tamamını içermektedir.

Eserin yazılma sebebi: Abdülkerim b. Şeyh Musa, eserinde Makālât’ın daha önceki yüzyıllarda kaleme alındığını, ancak bu ilk nüshanın kaybolduğunu iddia etmektedir. Buna göre, yaşadığı dönemde Aydın ve Saruhan yörelerinden bazı dervişler kendisine gelmiş, Seyyit Harun’un soyundan gelen biri olarak büyüklerinden duyduklarını derleyip toplamasını dilemişlerdir. Abdülkerim, Makālât’ı yazarken anlatılanların dışında bazı Farsça eserlerden de faydalanmıştır (Makālât, s. 22). Ama bu eserlerin ne olduğunu, kimler tarafından ne zaman kaleme alındığını belirtmemiştir.

Eserin dili ve hacmi: Abdülkerim b. Şeyh Musa, Makālât’ta oldukça sade bir Türkçe kullanmıştır. Türünün diğer örneklerine göre eser oldukça kısa tutulmuş olup, Manisa Muradiye nüshası 70 sayfadır. Her sayfadaki satır sayısı 14-16 arasında değişmektedir. Mevlâna Müzesi’ndeki nüsha 54 yaprak olup her sayfa 13 satırdır. Konya Bölge Yazmalar’daki nüshası ise 24 yaprak olup her sayfadaki satır sayısı 17’dir.

Siyasi otorite-derviş ilişkisi: Abdülkerim b. Şeyh Musa, 1583’te Seyyit Harun Vakfı’nın yöneticilerindendi. Yaşadığı XVI. yüzyıl, Osmanlı Devleti’nin Safevi propagandaları ile mücadele ettiği ve bu bağlamda Sünni tarikatları desteklediği bir dönemdir. Dolayısıyla menakıpnamede Seyyit Harun profili oluşturulurken, devrin siyasi atmosferi de dikkate alınarak bilgiler verilmiş olabilir. Bir diğer husus, Seyyit Harun Vakfı’ndan dolayı elde ettiği nüfuzu kaybetmek istememiş ve dolayısıyla devletin siyasi görüşüne uygun düşecek bir dille eseri kaleme almış olması muhtemeldir.

Menakıpnamede dikkat çeken bir diğer nokta, Eşrefoğlu Mübarizüddin Mehmet Bey’in Seyyit Harun hakkında tahkikat yaptırdığında: “Dünya padişahlığına zerre kadar meyli yoktur.” (Makālât, s. 45) şeklinde aldığı cevaptır. Yani bir bakıma Abdülkerim b. Şeyh Musa, Seyyit Harun’un politik bir amaç peşinde olmadığını ve sadece dine hizmet etmek istediğini söyleyerek; eserin kaleme alındığı, XVI. yüzyılda Seyyit Harun soyundan olanların ve onun fikirlerini benimseyenlerin de devletle hiçbir sorunları olmadığını dile getirmek istemiş olabilir.

Seyyit Harun’un Mevlâna, Ahmet Fakih ve Şeyh Didiği ile ilişkisi: Makālât’ta XIII. yüzyılın önemli mutasavvıflarından Mevlâna ve Ahmet Fakih referans noktaları arasında gösterilerek Seyyit Harun’un da büyük bir mutasavvıf olduğu ifade edilmek istenmiştir. Mevlâna henüz hayatta iken, ileride Horasan’dan bir derviş geleceğini müritlerine bildirmişti. Ahmet Fakih de benzer şekilde Acem ülkesinden Harun adında birinin geleceğini bildirip kendisinin ölümünden sonra müritlerinin ona intisap etmesini salık vermişti (Makālât, s. 29). Bu haberler, menakıpnamelerde görülen ortak özelliklerdendir. Mesela İbrahim Gülşeni’nin menakıpnamesinde Beyazid-i Bistami’nin 150 yıl öncesinden Ebülhasan Harakani’nin; Mevlâna’nın da İbrahim Gülşenî’nin geleceğini 300 yıl önceden keşfedip söylediği yazmaktadır.

Makālât’ta Seyyit Harun’un Şeyh Didiği ile görüştüğü de yazmaktadır. Şeyh Didiği ayıya binip, Seyyit Harun’u ziyaret için Seydişehir’e yönelmiş; Seyyit Harun da bir taşı deveye dönüştürmüş ve yolda onu karşılaşmıştır (Makālât, s. 53-55). Bu karşılaşma sahnesi, türün diğer örnek eserlerinde de görülebilen şeylerdendir. Aslında Şeyh Didiği ile Seyyit Harun çağdaş değillerdir. Dolayısıyla bu görüşme gerçekleşmemiştir.

Kerametler: XV ve XVI. yüzyılda kaleme alınmış menakıpnamelerde, Asya orijinli şeyh isimlerine ve onların gördükleri rüyalara sıkça rastlanır. Makālât-ı Seyyid Hârûn’da da bir rüya üzerine manevi ilhamla beraberindeki 40 kişi ile yola düşüldüğü anlatılmaktadır (Makālât, s. 23-25). Rüya ve 40 rakamı, Sünni inanıştaki ortak ögelerdendir.

Seyyit Harun’un Küpe Dağı’na ulaşana kadar kendisine bir bulutun eşlik edip yön göstermesi, Didiği Sultan’la ve Eşrefoğlu Mübarüziddin Mehmet Bey’le buluşmaya giderken taşa binip yürütmesi, şehri kurarken kuzey, güney ve batıda açılan üç manevi kapıdan girip buralarda Hz. Muhammed, Hızır İlyas ve Veysel Karani ile görüşmesi Makālât’ta yer alan kerametleridir.

Alegori: Makālât’ta, Seyyit Harun Küpe Dağı eteklerine ulaşıp şehri kurmaya başladığında mevsimin ilkbahar olduğu tasvir edilmiştir (Makālât, s. 37). Ama bunu alegori olarak algılamak mümkündür. Çünkü ilkbahar, tabiatın uyanışını ve yeniden doğuşunu simgeler. Dolayısıyla Seyyit Harun’la birlikte yeni bir şehrin doğduğunu ifade etmek için böylesi tasvirlere girişilmiş olabilir.

Hünsa şeyh: Makālât’ın sunduğu ilginç ayrıntılardan biri de Seyyit Harun’dan sonra şeyhliğe hünsalığıyla meşhur tek evladı Halife Sultan’ın getirilmesidir. Başlangıçta kız olarak bilinen Halife Sultan, sonradan bıyıkları çıkarak erkekleşmiş ve kırk sekiz yıl boyunca babasının müritlerine şeyhlik etmiştir (Makālât, s.60-62).

Tarikat yapılanması: Makālât’ta Seyyit Harun adına kurulmuş bir tarikatın olması gerekir. Nitekim Seyyit Harun’un ölüm döşeğinde iken halifelerini çağırarak her birini bir yöreye gitmekle görevlendirmiştir. Buna göre, Mahmut Seydi Alanya’ya; Zekeriya Manavgat’a; Ali Baba, Gök Seydi, Kilimpuş ve Siyah Derviş Teke iline; Akça Baba Germiyan’a ve Nasipli Baba Aydın’a gidecekti (Makālât, s. 58-60). Bununla birlikte geniş tabanlı yayılma ve ülkenin her bir noktasına ulaşma arzusunun Seyyit Harun halifelerinde o denli belirgin olduğunu söylemek mümkün değildir. Başlangıçta sadece batı ve güneyde bazı şehirlerde tarikatın yayılmış olma ihtimali vardır. Ancak Osmanlı uygulamasında sadece Seydişehir ve köylerinde yaygın olduğu görülmektedir. Bu durumda Seyyit Harun’un tasavvufi anlayışı belli bir bölgeye hapsedilmiş olmaktadır.

Makâlât-ı Seydi Harun Veli'nin ilk iki sayfası

AYŞE DEĞERLİ

BİBLİYOGRAFYA

  • Taksim Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet Yazmaları, Nu. 0-116/1; TK, TD, Nu. 298 (Defter-i İcmâl-i Livâ-i Beyşehir); Uzluk, Anonim, 1996; Gölpınarlı, 1967; Muhyi-yi Gülşenî, 1982; Anonim, 1986; Abdülkerim b. Şeyh Musa, 1991; Uluçay, 1946; Küçükdağ-Özdemir, 2013.