MESUT II

Türkiye Selçuklularının son sultanı.(ö. 708/1308) (Saltanatı: 1282-1296, 1302-1308)

Sultan II. İzzeddin Keykavus’un bilinen altı oğlunun en büyüğüdür. Babası Moğolların Anadolu’yu istila ettikleri dönemde Selçukluların tahtına geçmiş, iktidarı İlhanlılarla ve onların iktidar ortaklığı verdikleri Moğol yanlısı bir idare sergileyen kardeşi IV. Rükneddin Kılıçarslan ile mücadele ile geçmiştir. Türkmenlerin desteğinin yanında Memluklularla da birtakım ittifak teşebbüslerinde bulunan Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus, dönemin en büyük siyasi ve askerî gücüne karşı on altı yıl süren mücadeleli bir hayattan sonra, artık Selçuklu tahtı için hiçbir ümidin kalmadığını görerek yirmi yedi yaşında olduğu hâlde, başta oğulları Gıyaseddin Mesut ve Rükneddin Geyumers olmak üzere aile fertlerini ve yakın adamlarını yanına alarak, toparlanıp tekrar dönme umuduyla, Bizans’a sığınmıştır (1262).

II. Mesut’la babası Bizans’ta bir süre rahat bir hayat yaşasalar da Altın Ordu-Memluk ittifakı karsısında Bizans-İlhanlı yakınlaşması ve ittifakı neticesinde Meriç Nehri kenarındaki Enez (Ainos) Kalesi’ne hapsedildi. Gıyaseddin Mesut ve babası II. İzzeddin’in dostane münasebetlerle başlayan ve esaretle neticelen İstanbul’daki gurbet yılları, babasının vefatına kadar Altın Ordu Hükümdarı Berke Han (1256-1266) tarafından kurtarılarak yerleştirildikleri ve kendilerine ikta olarak verilen Kırım’daki Sulhad ile Suğdak şehirlerinde geçti. II. İzzeddin Kırım’da iken yanında bulunan Gıyaseddin Mesut, Rükneddin Kılıçarslan, Rükneddin Geyumers, Alâeddin Siyavuş ve Feramurz isimli oğullarından Gıyaseddin Mesut’u kendine veliaht seçmiş ve öldükten sonra naaşının Konya Alâeddin Camii avlusundaki dedelerinin de kabirlerinin bulunan kümbethaneye defnedilmesini vasiyet etmişti.

Gıyaseddin Mesut, babası II. İzzeddin Keykavus 677/1279 yılında Kırım’da vefat edince deniz yoluyla Sinop’a geldi (679/1280). Kastamonu uç beyi Çobanoğlu Muzafferüddin Yavlak Aslan onu alıp önce dönemin ünlü âlimi ve İlhanlı sultanları katında itibar sahibi olan Kutbeddin Şirazi (1236-1311) kanalıyla yakın münasebetler kurduğu Kayseri’deki İlhanlı Valisi Samagar Noyan’a, ardından İlhanlı Hükümdarı Abaka Han’a götürdü. Abaka Han, bir müddet Tebriz’de ikamet ettirdiği Mesut’a Erzurum, Erzincan, Sivas. Diyarbekir, Harput ve Malatya’nın gelirlerini ve idaresini tahsis etti. Abaka Han’ın ölümünden sonra yerine geçen kardeşi Ahmet Teküder, Türkiye Selçuklu topraklarını onunla III. Gıyaseddin Keyhüsrev (1266-1284) arasında paylaştırdı (680/1282). Ancak III. Gıyaseddin Keyhüsrev müşterek saltanata razı olmadı ve Ahmet Teküder tarafından Cimri Hadisesi ve Türkmenleri tedip için Anadolu’ya gönderilen Moğolların Anadolu valisi Kongurtay ile Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali’yi yanına alarak İlhanlı sultanı ile görüşmek üzere yola çıktı. Bu sırada Ahmet Teküder, rakibi Argun’un Kongurtay ile birleşerek kendi hanlığı aleyhinde faaliyette bulunduğunu öğrenip onlara karşı mücadele başlayarak kardeşi Kongurtay’ı ortadan kaldırdı (1283). Bu durum Keyhüsrev’in yolculuğunun yarıda kalmasına sebep oldu. Keyhüsrev bir süre sonra İlhanlıların merkezi Tebriz’e vardı. Ancak bu defa da Ahmet Teküder’in mücadeleyi kaybedip Abaka’nın oğlu Argun’un han olması planlarını bozdu. Yeni hükümdar Argun Han, Tebriz’de bekleyen Mesut’u Türkiye Selçuklu sultanlığına tayin etti. III. Gıyaseddin Keyhüsrev Mücireddin Emir Şah’ın İlhanlılar nezdindeki teşebbüsleri sonucu hakkında çıkartılan bir yarlık hükmüyle 1284 yılında Erzincan’da öldürüldü. Argun Han’ın izniyle Tebriz’den Anadolu’ya sultan olarak dönen Gıyaseddin Mesut kendisini karşılayan Fahreddin Ali ile önce Kayseri’de, ardından da Konya’da tahta oturdu (683/1284).

II. Mesut’un iktidara gelmesinde son derece etkili olan iki şahsiyet; Fahreddin Ali ile Mücireddin Emir Şah ikilisinden birincisi sahib-i divan, diğeri ise naibüssaltanat olarak yeni iktidarın iki önemli rüknünü oluştururken Muineddin Pervane’nin yeğeni İzzeddin Muhammet beylerbeyliği, Nasireddin Mahmut da müstevfi olarak atandı. Sultan Mesut’un Türkiye Selçuklu tahtına oturması uzun zamandır rahat yüzü görmeyen halk için bir ümit ışığı oldu. Ancak birtakım geçici başarılar müstesna artık bir gölgeden ibaret kalıp, Selçuklu idaresindeki bu yeni yapılanmanın temsilcileri de gün geçtikçe artan mali tazyikler sebebiyle devleti içine düştüğü sıkıntılı durumdan kurtaracak bir etkinliğe sahip olamadı. Bu devirde ülke Moğol kumandanları ile İlhanlılar adına Anadolu’yu idare eden valilerin hâkimiyeti altındaydı. Türkiye Selçuklu Devleti hem İlhanlılara haraç ödüyor, hem de Anadolu’da bulunan Moğol şehzade ve kumandanlarının idaresindeki orduların ihtiyaçlarını karşılıyordu. Anadolu halkı bir taraftan Moğolların baskısı sonucu artan vergileri ödemek, diğer taraftan Türkmen saldırılarına dayanmak ve Selçuklu devlet adamlarının yolsuzlukları ile düçar oldukları açlık ve sefalete katlanmak zorunda bırakıldı.

II. Mesut, Türkmenlerin desteğini alarak Konya ve çevresinde Moğol tahakkümüne muhalefet bayrağını açan babası II. İzzeddin’in aksine İlhanlılara itaat ederek Moğol hâkimiyetinin daha fazla hissedildiği ve buna paralel olarak Türkmen muhalefetinin daha az görüldüğü bir bölge olması hasebiyle Kayseri havalisine yerleşmeyi tercih etti. Ancak II. Mesut’un Kayseri’de oturmasını fırsat bilen III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi torunlarını Konya’da tahta çıkaracak kadar güçlendi. III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi, kendisini desteklemeleri için Karamanoğlu Güner Bey’i beylerbeyi, Eşrefoğlu Halil Bey’i saltanat naibi tayin etti. Bu iki beyin desteğiyle şehzadeler 14 Mayıs 1285 tarihinde törenle Konya’da sultan ilan edildiyse de takriben bir ay sonra Sultan II. Mesut tarafından gönderilen Sahip Fahreddin Ali’ye mensup Has Balaban’ın komutasındaki Selçuklu ordusu Konya’ya gelince valide sultanın adamları şehirden kaçarak kendisini yalnız bıraktılar. Bu hadiseden sonra III. Gıyaseddin’in anası tarafından saltanata ortak edilmek istenen iki şehzade, Emir-i dad Nizameddin ile birlikte Argun Han’a gönderildi. Yapılan muhakemede onların sabık hükümdarın çocukları olmadığı gerekçesiyle Moğollar tarafından ortadan kaldırıldı.

III. Gıyaseddin’in çocuklarının Konya’da tahta oturtulmasındaki rollerinden dolayı Türkmenleri cezalandırmak isteyen Argun Han, 684 (1285) yılında kardeşleri Geyhatu ve Hülagu idaresinde 20.000 kişilik bir kuvveti Anadolu’ya gönderdi. Erzincan üzerinden Anadolu’ya giren İlhanlı şehzadeleri o yılı orada geçirdi. Geyhatu ertesi yıl Sivas ve Kayseri üzerinden Aksaray’a geldi. Moğol ordusunun gelişi, kısa süre önce gelen ve halkın zihninde büyük acılar bırakan Moğol şehzadesi Kongurtay’ı hatırlatarak bölge halkı üzerinde büyük paniğe sebep olsa da gerek Fahreddin Ali’nin tahribatı asgari seviyeye indirmek amacıyla Moğollara para tedarik etmesi, gerekse mahallî esnafın Moğol emir, hatun ve askerlerinin alışverişleriyle para kazanması gibi sebep ve saiklerle Aksaray herhangi bir yağma hareketine maruz kalmadı. Geyhatu yanında Sultan Mesut olduğu hâlde harekâtının asıl hedefi olan muhalif Türkmenlerin faaliyet merkezi konumundaki Konya üzerine yürüdü, ancak Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled ile Konya ahilerinin reisi Ahi Ahmet Şah onunla görüşerek Moğolların Konya halkına zarar vermelerini önledi. Bu arada Sultan Mesut, kendisine karşı harekete geçen Germiyanoğullarını Napşı Noyan kumandasındaki Moğol kuvvetlerinin yardımıyla bozguna uğrattı.

Selçuklu ve İlhanlı kuvvetlerinin Germiyanoğulları ile mücadele hâlinde bulunmasından istifadeyle Karamanoğullarının Tarsus başta olmak üzere güney bölgesinde istilalara girişmesi Ermeni kralının İlhanlılardan yardım istemesine sebep olmuştu. Anadolu’daki İlhanlı kuvvetlerinin başında bulunan Geyhatu, Argun Han’dan aldığı emirle yanında II. Mesut ve Fahreddin Ali de bulunduğu hâlde müttefikleri Ermeni Krallığı’na karşı istila hareketine kalkışan Karamanoğulları üzerine yürüdü. Moğol-Selçuklu ordusu 9 Zilhicce 686/15 Ocak 1288 tarihinde Larende başta olmak üzere Karaman topraklarını tahrip etti. Karaman Türkmenleri ve Eşrefoğulları durumun kendi aleyhlerine döndüğünü fark ederek Sultan II. Mesut’tan özür dileyip itaatlerini arz ettiler. Germiyanoğulları da Konya’ya gelip II. Mesut ile barış yapmasıyla 687 (1288) yılında muhalif Türkmenlerin başını çeken Karamanoğulları, Eşrefoğulları ve Germiyanoğulları beyleri Sultan Mesut’a itaat etmiş oldu.

Bu olayın ardından Argun Han, Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali’yi huzuruna çağırarak ondan daha fazla vergi ödenmesini istedi. İhtiyar vezir hasta bir hâlde Konya’ya geri döndükten kısa bir süre sonra Akşehir yakınlarındaki Nadir köyünde vefat etti (25 Şevval 687/22 Kasım 1288). Sahip Ata Fahreddin Ali’nin ölümü üzerine vezirlik göreviyle Anadolu’ya gönderilen Fahreddin Kazvinî vergileri arttırmakta kalmayıp yeni vergiler de koydu. Topladığı ağır vergilerle halkı isyan noktasına getirdi. Hakkındaki şikâyetleri değerlendiren Argun Han, Fahreddin Kazvinî’yi Tebriz Meydanı’nda idam ettirdi. Fahreddin Kazvinî’nin idamından sonra Argun Han’ın Yahudi veziri Sadüddevle, Kılavuzoğullarından bir İlhanlı emirinin refakatinde Şemseddin Ahmet Lakuşi’yi sahib-i divan olarak Anadolu’ya gönderdi. Kılavuzoğullarının büyük zulümler yapmasıyla Anadolu halkı üzerindeki baskı ve zulümler daha da arttı.

Moğol kökenli olmasına rağmen âdil bir emir olan Samagar Noyan, bütün bu haksızlıkların önünü almak amacıyla mücadeleye girişerek yarlık hükmüyle 1290 yılında İran’a çağrılmasına kadar da başarılı oldu. Onun huzursuzluğa sebebiyet verenlerin ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanan tutum ve davranışları geçici bir huzur ortamı meydana getirdi. Daha önce uygulanan zulümler yüzünden dört bir yana dağılmış halk yuvalarına dönmeye başladı. Anadolu’da meydana gelen söz konusu sükûnet ortamının mimarlarından olan Nasireddin Mahmut, Samagar Noyan’ın Moğol orduları komutanlığı sırasında müstevfi olarak görev yaparak çalışmalarıyla Anadolu halkına huzur dolu günler yaşattı. Maliye işleri kendisine tevdi edilen Nasireddin, âlim ve muktedir bir devlet adamı olarak Anadolu umumi valisi şehzade Geyhatu’nun da takdirini kazanıp onun adına Konya’da bir süre vekillik de yaparak adil icraatıyla halkın ıstırabını kısa zamanda dindirdi.

Nasireddin’in halkın huzuru için çaba ve gayretleri sayesinde kendisini halka sevdirmeyi başaran şehzade Geyhatu, ağabeyi Argun Han’ın 7 Rebiyülevvel 690/10 Mart 1291 tarihinde ölümü üzerine vakit kaybetmeden Konya’dan Tebriz’e hareket etti ve Ahlat dolaylarında tahta oturdu (Mayıs 1291). Ancak Geyhatu’nun Anadolu’dan ayrılmasıyla ülkedeki Moğol idaresinde meydana gelen geçici boşluk ve Selçuklu idaresinin kifayetsizliği gibi sebeplerle bir süredir sinmiş olan Karamanoğulları başta olmak üzere fırsat kollayan Türkmenler harekete geçti. Karamanoğulları Beyşehir’i alıp Eşrefoğlunu öldürdükten sonra Halil Bahadır’ın sevk ve idaresinde kalabalık bir orduyla Konya’ya doğru yürüyen Karamanoğullarının karşısına çıkacak doğru dürüst bir askerî birliğin olmaması karşısında şehirdeki ahiler ve civanlar silahlanarak müdafaaya geçti. II. Mesut’un Kayseri’de, Şam Türkmenlerinin taarruzlarına karşı koymakla meşgul olması sebebiyle Karaman Türkmenleri ahilerin müdafaa hattını aşarak Konya’yı üç gün üç gece yağmaladılar. Şehrin ileri gelenleri Sahip Ata’nın torunundan yardım istediler. Denizli’den yardım kuvvetleri yola çıktığında Sultan Mesut’un kardeşi Rükneddin de Kayseri’den bir kuvvetle Konya’ya yardıma geldi. Ancak bu kuvvetler Karamanoğullarını Konya’dan çıkarsa da Larende yakınlarında yenilgiye uğradı. Ayrıca bu faaliyetler nizam ve asayişin daha da bozulmasına sebep olduğundan ayak takımı da meydanı boş bulmanın verdiği rahatlıkla, huzur bozucu hareketlere kalkışarak ülkede tam bir anarşinin hüküm sürmesine sebep oldular. Neticede Sultan Mesut, Geyhatu’dan yardım istemek zorunda kaldı. Geyhatu Moğol ordusu ile Anadolu’ya ikinci kez girdi. Sultan Mesut onu Kayseri’de karşıladı; bu haber Konya halkını rahatlattı. Moğol-Selçuklu kuvvetleri Larende’yi ele geçirip şehri ateşe verdiler. Ardından isyan hâlindeki Eşrefoğulları topraklarında, Denizli ve Menteşe iline kadar olan sahalarda yağma ve kıtal yaparak ganimet ve esirlerle Konya’ya döndüler. Konyalılar Geyhatu’yu sevinçle karşılamalarına rağmen on sekiz gün boyunca şiddetli zulme maruz kaldılar. Geyhatu 1292 yılı başlarında birçok ganimet ve esirle Konya’dan Kayseri’ye sonrada Taştimur Hıtayi’yi Anadolu’da vali olarak bırakarak Tebriz’e döndü.

Geyhatu’nun Anadolu’nun batı ve güney bölgelerindeki Türkmen beylikleri üzerine gerçekleştirdiği tenkil hareketi sırasında II. Mesut’un kardeşi Rükneddin Kılıçarslan, Kastamonu’ya giderek oranın hâkimi Çobanoğlu Yavlak Arslan ve Türkmenlerle birlik olup saltanat iddiasında bulundu. Geyhatu, muhalif hareketlerin bastırılması ve bu işe karışan asi şehzadelerin tesirsiz hâle getirilmesi görevini II. Mesut’a verdi. Böylece hem kendi iktidarı hem de metbuu İlhanlı Devleti’nin menfaatleri için tehlike arz eden çift yönlü bir meseleyi halletmekle görevlendirilen sultan, yanında kendi emirlerinden Mücireddin Emir Şah ile Sahip Necmeddin olduğu hâlde başlarında Anit, Göktay ve Giray’ın bulunduğu 3.000 kişilik bir Moğol birliği ile 1292 yılında Kastamonu’ya doğru hareket etti. Yapılan savaş sonunda Moğol-Selçuklu ordusu başlangıçta yenilerek Sultan Mesut ve beyleri esir edilseler de Moğol ordusunun öncü komutanı Giray’ın yetişmesiyle Türkmenler yenilerek esir sultan kurtarıldı. Kastamonu Beyi Çobanoğlu Muzafferüddin Yavlak Aslan öldürülerek isyan hareketine son verildi. Geyumers ise isyan ettiği Borgulu’da (Uluborlu), Moğol valisi Taştimur Hıtayi tarafından yakalanarak ağabeyi ile barıştırıldıktan sonra hep birlikte Kayseri’ye dönüldü. Ancak bu olaydan birkaç yıl sonra, Mayıs 1295 tarihinde Şehzade Geyumers tekrar isyan hareketine girişmiş ve bu sebeple de Geyhatu’ya şikâyet edilmiştir. Bu defa da Moğol komutanı Baltu Noyan tarafından Çorum yakınlarındaki Demirli-Hisar Kalesi’nde yakalanmış; fakat yakışıklılığı sayesinde mezkûr Moğol komutanına damat olarak ölümden dönmüştür.

Geyhatu İlhanlıların Memluklar karşısında aldığı yenilgi üzerine Aladağ’a dönerken Anadolu’da naibüssaltanat olarak Mücireddin Emir Şah’ı, sahib-i divan olarak Necmeddin’i ve Moğol umumi valisi olarak da Taştimur Hıtayi’yi bırakmıştı. Moğollar askerî ve mülki idareye hâkim oldukları için ne gölge hâlinde yaşayan Sultan Mesut, ne de iktidarın diğer temsilcileri herhangi bir tesire sahip olamadan sadece mevkilerini muhafaza etmekle yetindiler. Dolayısıyla kısmi bir sükûnetten sonra hem İlhanlı hem de Selçuklu emirleri arasında artan ihtilaflar halkın daha da ezilmesine sebep oldu. Gerek yerli gerekse yabancı ümera ve maiyetindekilerin sadece kendi keselerini düşünmeleri ve iltizam usulünün uygulanması sebebiyle, vergilerin daha düzenli toplanması adına yapılan bütün bu değişikliklerle hedeflenen amaca ulaşılamadığı gibi halk daha fazla mağdur edildi.

Geyhatu, kendisinden önceki İlhanlı hükümdarlarına nazaran zalim bir insan olmamasına rağmen oldukça müsrifti. Bu özelliği sebebiyle de sürekli açık veren ülke maliyesinin ihtiyaç duyduğu meblağı temin etmek için daha fazla vergi tayini ve tahsili yoluna başvurmak zorunda kaldı. Anadolu halkı onun hanlığı döneminde de ağır vergiler ödemek zorunda bırakıldı. Bir ara hanlığı Baydu ele geçirdiyse de onun kötü idaresine Gazan Han son verdi. Mesut, bu dönemde Moğollar sayesinde kendini daha emniyette hissettiği için Kayseri’de oturuyor, Konya’yı da Ahi Ahmet Şah liderliğindeki ahiler koruyup idare ediyordu.

Gazan Han’ın Müslüman olması Anadolu’da halkın manevi yönden rahatlamasını ve olumlu bir havanın oluşmasını sağlasa da Moğol komutanlarının sık sık isyan etmesi halkı bezdirerek esen olumlu rüzgârı tersine çevirdi. Gazan Han’ın 692/1296 yılında biraz da kendisi için tehlikeli görerek merkezden uzaklaştırmak için Anadolu valisi olarak tayin ettiği Togaçar Noyan, Anadolu’da ve özellikle eski Danişmentli topraklarında halktan çok miktarda para topladı ve halka kötü muamele etti. Gazan Han da onu cezalandırmak üzere Baltu ve Arap noyanları Anadolu’ya gönderdi. Togaçar öldürüldü. Ancak bu defa da Anadolu’da artan huzursuzluk ve karışıklıktan istifade ederek kendi hükmünü icra etmek isteyen Baltu, Gazan Han’a karşı isyankâr tavırlar içine girdi. Gazan Han onu birkaç defa Tebriz’e çağırdıysa da her defasında bir bahane uydurarak bunu reddetti. Ayrıca Tebriz’e gitmek isteyen Sultan II. Mesut’a, muhtemelen maddi herhangi bir tesire sahip olmasa da türlü zümreler üzerindeki manevi nüfuzundan yararlanarak daha fazla taraftar toplamak ve hareketi Anadolu’nun yerli unsurları nazarında meşru bir zemine oturtmak istediği için engel oldu.

Gazan Han, Anadolu’da isyankâr tutum içerisindeki Baltu’nun üzerine 695/1296 yılında Kutluğ Şah idaresinde 30.000 kişilik bir ordu gönderdi. Malya Ovası’nda Baltu mağlup olunca İlhanlıların en büyük düşmanı Memluklu topraklarına geçmek için Ermeni kralına sığındı. Ancak kral tarafından yakalanıp Tebriz’e Gazan Han’a gönderildi ve şehir meydanında idam edildi. Malya Ovası’ndaki çarpışmada Baltu Noyan’ın yanında yer alan Selçuklu sultanı, bu hadiseden sonra töhmet altında bulunduğundan Kutluğ Şah tarafından Gazan Han’a götürüldü. Yapılan muhakemede isyana katılmak zorunda bırakıldığı şeklinde birtakım mazeretler ileri süren II. Mesut’un mazeretleri Gazan Han’ı tatmin etmediği için hayatı bağışlansa da tahtını kaybederek Hamedan’a sürüldü II. Mesut’un tahtan uzaklaştırılmasından sonraki iki yıllık süreçte Türkiye Selçuklu Devleti saltanatı, hanedanlığa mensup herhangi bir sultan tayin edilmediği için münhal kalmıştır. Devlet kademelerinde meydana gelen bu boşluk yapılan değişikliklerle doldurulmaya çalışılmış ve bu münasebetle Cemaleddin Muhammet sahib-i divan, Muineddin Muhammet pervane, Kemaleddin Tiflisî naibüssaltanat ve Şerefeddin Osman da müstevfi tayin edildi. Daha sonrada II. Mesut’un kardeşi Feramurz’un oğlu III. Alâeddin Keykubat Selçuklu tahtına geçirildi (697/1298).

Anadolu’daki karışıklık, isyan ve zulümler III. Alâeddin Keykubat devrinde de aynen devam etti. Gazan dönemine kadar Anadolu’da isyan eden yegâne kitle Türkmenler iken, artık bu tarihten itibaren bizzat Moğol emirleri de İlhanlı merkezine karşı isyan bayrağı açmaya başladı. Anadolu, Gazan Han devrinde, İlhanlı hâkimiyetine karşı muhalefet merkezlerinden birisi hâline geldi. Nitekim Gazan Han’a karşı isyan eden ve başarılı olamayan Baycu Noyan’ın torunu Sülemiş de Baltu gibi Tebriz’de öldürüldü. Çok kötü bir idare sergileyen III. Alâeddin Keykubat Moğol noyanları gibi halktan paralar topladı. Sivas, Malatya, Divriği ve diğer yerlerde yaptığı zulüm ve haksızlıklar Moğolları bile rahatsız ettiğinden tahttan indirilip yerine II. Mesut ikinci defa Anadolu Selçuklu tahtına çıkarıldı (702/1302). İkinci hükümdarlık döneminde de başarısız olan Sultan Mesut, 703/1304’de Anadolu’da huzursuzluk çıkaranlara karşı Abuşka Noyan ile birlikte hareket etse de Gazan Han’ın ölüm haberi üzerine bu faaliyeti yarım kaldı. Gazan Han’dan sonra İlhanlı tahtına oturan kardeşi Olcaytu, Anadolu genel valiliğine dayısı İrencin Noyan’ı atadı (Temmuz 1305). İrencin Noyan döneminde Anadolu’daki Moğol zulüm ve tahakkümü akıl almaz boyutlara ulaşırken Sultan Mesut, ölünceye kadar hadiselerin seyrinde kayda değer bir etkiye veya etkinliğe sahip olamayan gölge sultan olarak kaldı.

Halkı gibi kendiside son yıllarını maddi sıkıntılar içerisinde geçirdi. Ebülfeth essultanülazam gıyasüddünya veddin unvanıyla anılan II. Mesut uzun süre hasta yattıktan sonra 708/1308 yılında Kayseri’de vefat etti. Faruk Sümer borçları ve Moğolların sonu gelmeyen istekleri yüzünden bunalıma girerek kendini zehirlediğini rivayet eder (Sümer, 1969, 75). II. Gıyaseddin Mesut, tartışmalı olmakla birlikte 718/1318 yılında İlhanlıların Anadolu valisi olan Demirtaş’ın (Timurtaş) Selçuklu şehzadelerinin tamamını öldürterek Selçuklu hanedanlığını tamamen dağıtıncaya kadar geçen süre içerisinde ara ara bazı şehzadelerin tahta çıktıkları görülse de İlhanlılar tarafından tanınmadıkları için; ayrıca halkın gözünde de meşru görüldüklerine dair bir kayıt bulunmadığından Türkiye Selçuklularının son hükümdarıdır.

MUSTAFA AKKUŞ

BİBLİYOGRAFYA

  • Aksarayî, Müsameretü’l-ahbar, 2000, 104-168, 236-244; Niğdeli Kadı Ahmed, ts., 301; İbn Bibi, el-Evamir, 1996, II/243-248; Reşidüddin, Cami’ü’t-tevarih, 1957, 311-312, 318, 324, 328-329; Anonim Selçukname, 1952, 37-38, 41-56, 59-67; el-Makrizi, 1936, I/588, 650, 718, II/186; Müneccimbaşı, Camiü’d-düvel, 2001, II/124-134, 140-141; Turan, 1999, 496, 573-619, 631-654; Erdem, 1995, 275-424; Spuler, 1987, 64-65, 77, 95-100; Anadolu’da Türkler, 1979, 209, 287-294, 303-304, 329; Alptekin, 1992, VIII/342-351, 357-358; Özgüdenli, 2009, 113-136, 194-201; Sümer, 1969, 60-75; Öden, 1997; Kesik, 2004.