MİDHAT BAHARİ (BEYTUR)

Mevlevi şeyhi, şair ve edip. (1879-1971)

 

Mevlevihanede yetişen son Mevlevilerden, geleneksel dönem ve tekke ve dergâhların kapanmasından sonra canlandırma dönemi Mevlevi kültürünün temsilcilerinden Midhat Bahari Beytur, Eyüp Sultan’daki Taşlıburun Sa’diye Dergâhı’nda doğdu. Babası Kütahya asıllı ilim ehli bir aileden gelen askerî memur Mehmet Nuri Efendi, annesi Hatice Âliye Hanım’dır. Babasını küçük yaşta kaybeden Bahari, Sa’diye Dergâhı şeyhi Süleyman Efendi’nin kızı olan annesi ile birlikte dedesinin yanında yetişti. Asıl adı Ahmet Midhat olup, Bahariye Mevlevihanesi’ne intisabı ve şiirlerinde “Bahârî” mahlasını kullanmasından dolayı “Midhat Bahârî” diye tanınıp, anıldı. Soyadı Kanunu çıkınca da “Beytur” soyadını aldı.

İlk ve ortaöğrenimi Eyüp Sultan’da Darülfeyz-i Hamidî ve Eyüp Askerî Rüştiyesinde tamamladı. İdadi (lise) tahsilini de ağabeyi İsmail Zihni Bey’in görevi münasebetiyle bulunduğu Bitlis’te yaptı. İlk dinî bilgilerini dedesinden, Farsçayı diğer ağabeyi Mustafa Rafet Efendi’den ve Bahariye Mevlevihanesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede’den, Arapçayı Bayezit dersiamlarından ve Darülfünun müderrislerinden Hüseyin Avni Efendi’den öğrendi. Evlendikten sonra kayınpederi Mehmet Sait Efendi’den de Arap edebiyatı tahsil eden Bahari, ilmine hayran olduğu Hüseyin Fahreddin Dede’nin yanında, Mevlevi usul ve adabına uygun olarak Bahariye Mevlevihanesi’nde çile çıkardı. Bu Mevlevihaneye bağlılığı ve sevgisini göstermek amacıyla “Bahârî” mahlasını aldı. 1916-1917 yılları arası Kasımpaşa Mevlevihanesi’nde Mesnevihanlık vazifesinde bulundu. 1924 yılında da bir görev gereği gittiği Ankara’da Konya makam çelebisi Abdülhalim Çelebi’nin elinden destar alarak, “Dede” unvanına mazhar oldu. Ankara Mevlevihanesi’ndeki bir sohbet sırasında, Bahari’nin sözlerinden etkilenen Abdülhalim Çelebi, başındaki destarlı sikkeyi çıkarıp, Midhat Bahari’ye giydirdi. Bu olay, Konya makam çelebisince yapılan son şeyhlik tayini olması dolayısıyla, Bahari’nin, Mevleviler arasında son Mevlevi şeyhi olarak tanınması ve saygı görmesine sebep oldu.

Daha lise yıllarında çalışmaya başlayan Bahari, Maliye Nezareti ve Orman Maden ve Ziraat Müdürlüğü kaleminde kâtiplik yaptı. Kısa bir müddet Akşehir Hatip Mektebi Türkçe ve edebiyat muallimliği görevinde de bulundu. Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası kurulduğunda burada haberleşme şubesi başkâtipliğine tayin edildi. Daha sonra Sümerbank Alım-Satım Şubesi haberleşme şefliğine geçti ve 1945 yılında emekli oluncaya kadar bu görevini sürdürdü.

Çalıştığı süre içerisinde de Mevlevi kültüründen kopmayan, bir taraftan okuyup yazarak kendini yetiştiren ve diğer taraftan da İstanbul beyefendiliği ile Mevlevi zarafetini bir arada barındırarak örnek bir kişilik sergileyen Bahari, vefatına kadar İstanbul Göztepe’deki mütevazı evinde ilmî çalışmalarını sürdürdü. 1959 yılında açılan İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Farsça öğretmenliğine tayin edildiyse de bu görevini ancak bir buçuk sene kadar sürdürebildi. Bu yıllarda eşinin vefat etmesiyle iki kızıyla yalnız kalan Bahari, 1960’lı yıllardan itibaren bazen kendi, bazen de gönül dostu Seniha Bedri (Göknil) Hanımefendi’nin evinde Mevlâna dostlarını aydınlatmaya devam etti. Bahari’nin Divân-ı Kebîr’den Mesnevî-i Şerif’ten ve diğer tasavvufi eserlerden okuyarak örnekler verip açıklamalarda bulunduğu bu sohbetlerine Prof. Dr. Erol Güngör, Prof. Dr. Hayreddin Karaman, dönemin İstanbul Müftüsü Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı, Sadeddin Heper, Mesnevihan Albay Şefik Can, Neyzen Yarbay Halil Can, Ressam İhsan Aral, rebabî Edip Seviş, Doç. Dr. Emin Işık, Hafız Hüseyin Top, A. Kadri Yetiş, Prof. Dr. Kenan Gürsoy gibi simalar da katılıyorlardı.

Doksan yaşın üstünde hayat süren Bahari, son nefesine kadar hiçbir unutkanlık belirtisi göstermemiş, Mesnevî ve Divân-ı Kebîr’den şiirler okurken daima ilgili ayet ve hadisleri de delil getirirmiş. Taptaze hafızası, pırıl pırıl zekâsıyla ve çok ince latifeleriyle herkesi hayretler içinde bırakan Bahari’ye bir sohbet sırasında sorulan: “Efendim, maşallah ne kadar sağlam bir hafızanız var?” sorusuna: “Mevlevilerde, üç haslet bulunur: Yüreklerinden ölüm korkusu kalkar, kınanmaktan korkmazlar, bunaklık illetine uğramazlar” diye cevap vermiş. Bu söz Mevleviler nezdinde hep kullanılır olmuştur.

Kendisini tanıyanların aktarımıyla, Mevlâna ve Mesnevî’den bahsedilince heyecanlanıp, yüzünün rengi daha da tatlılaşan Bahari’yi, “Konya” sözü müthiş bir şekilde heyecanlandırır, daima Konya’ya gelmeyi arzulardı. 1960’lı yıllardan itibaren ise Konya’da yapılan Şeb-i Arus törenlerine postnişin olarak davet edilmiştir.

Bahari, 11 Temmuz 1971 günü Hakk’a yürüdüğünde İstanbul Göztepe’deki Sahra-yı Cedit Mezarlığı’nda sırlanmıştır.

Dinî konularda ve özellikle Mevlâna ile ilgili telif-tercüme eser ve makaleleri bulunan Bahari, aynı zamanda küçük bir divan oluşturacak kadar şiir söylemiştir.

Uzun yıllar Hazîne-i Fünûn, Resimli Gazete, Mekteb ve Ma’ârif mecmualarının yazı işleri komisyonunda görev alan Bahari, bu mecmualarda edebî makaleler de yazdı. Hersekli Arif Hikmet, Mehmet Akif Ersoy, İbnülemin Mahmut Kemaleddin, Yenişehirli şair Haşim beylerle birlikte Resimli Gazete’yi çıkardı. Ayrıca Tercümân-ı Hakîkat ve Servet-i Fünûn gazetelerinde edebî ve güncel yazılar kaleme aldı. Arap, Türk ve Fars edebiyatları ile ilgili yazıları dönemi ilim dünyasınca büyük kabul gördü. Özellikle şiirlerinde, Mehmet Akif’i ve Yahya Kemal’i andıran bir dil kullandı. Yaşadığı dönemde kendi şiirlerini Mihrâb-ı Aşk adıyla kitaplaştıran Bahari, bu şiirlerinde Allah ve Resulullah âşığı olarak dinî şiirlerini ve Hz. Mevlâna, Şems-i Tebrizî ve diğer Mevlevi büyükleri için yazdığı şiirlerini topladı. Ayrıca Şeb-i Arus törenlerine davet edildiği zamanlarda ve öncesinde Hz. Mevlâna’nın ve Şems-i Tebrizî’nin türbesine yaptığı ziyaretler için de şiirler yazdı. Bahari’nin Mevlevi camiası içinde asıl tanınmasına vesile olan eseri ise Sipehsâlâr’ın Risalesini Osmanlı Türkçesine çevirmesiyle oldu. Bu eseri daha sonra ilgi sebebiyle yeni harflere aktararak yayımlamak istese de maddi destek bulamadı. Bahari ayrıca, 1924 yılında bir yardım kampanyası başlatarak Mevlâna’nın eserlerini ve bu sahada yazılmış diğer eski harfli kitapları neşredip daha sonra da Türkçe, Fransızca, Almanca ve İngilizceye tercüme yoluyla insanların hizmetine sunmayı amaçladı, ancak oluşturmaya çalıştığı bu platformda üç-beş dostunun bağışladığı yardım haricinde para toplanamadığından bu amacına ulaşamadı.

Ravza (İstanbul 1314), Le’âli-yi Ma‘ânî (İstanbul 1328), Sünbülistân Şerhi (Dersaadet 1325), Risâle-i Sipehsâlâr Tercümesi (İstanbul 1331), Rûh-i Kur’ân’dan Bir Sahîfe-i Nûr (İstanbul 1926); Destegül (İstanbul 1927); Divan-ı Kebir’den Seçme Şiirler I-III (İstanbul 1959-1965); Münâcât-ı Mevlâna (İstanbul 1963), Mihrâb-ı Aşk (İstanbul 1964), Mesnevi Gözüyle Mevlâna, Şiirleri, Aşk ve Felsefesi (İstanbul 1965), Gülşen-i Tevhid (İstanbul 1967) Bahari’nin eserlerinden bazılarıdır.

Midhat Bahari (Beytur)
Postnişin Midhat Bahari Konya'daki Şeb-i Arus töreninde postta

NURİ ŞİMŞEKLER

BİBLİYOGRAFYA

  • Artıran, 2003; Bülbül, 2008; Cunbur, 2002; Galitekin, 1993; Işık, 2005; İnal, Türk Şairleri, I/170-172; İstanbul Ansiklopedisi, V/2723-2724; Seviş, 1992; Şimşekler, 2004b; a. mlf., 2003; a. mlf., 2011, XVII; a. mlf., 2009, 15-46; Top, 2001, 72, 102, 110 (dipnotlar); TDEA, I/292.