SÜLEYMAN ŞAH I

(436/1045 [?]-479/1086) Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı. (Saltanatı: 1075-1086)

Süleyman Şah, Selçuklu ailesinin atası Selçuk Bey’in oğlu olan ve babasından sonra bir süre de aileye liderlik yapan Aslan Yabgu’nun torunu, Kutalmış’ın oğludur. Muhtemelen dedesinin hapiste vefatından sonra babası Kutalmış Horasan’da iken 1045 yılında dünyaya geldi. Selçuklular kalabalıklaşan ve kendilerine tabi olan oğuz Türkmenlerine yurt bulmak amacıyla ata yurtları Cend bölgesinden Aslan Yabgu’nun liderliğinde güneye indiler. Geldikleri Maveraünnehir bölgesi bereketli ve geniş düzlükleri sebebiyle bölge devletleri arasında egemenlik mücadelelerine sahne oluyordu. Aslan Yabgu’nun sorumluluk üstlendiği tarihlerde bölge üzerinde Karahanlı Devleti ile Gazneli Devleti arasında mücadele vardı. Aslan Yabgu’nun olağanüstü kuvvet kazanması hem Karahanlıları hem de Gaznelileri endişelendirerek, ona karşı düşmanca davranmalarına sebep oldu. Nihayet Aslan Yabgu Gazneli Sultanı Mahmut tarafından ele geçirilerek hapsedildi ve hapis hayatı 1032’de vefatı ile sonuçlandı. Aslan Yabgu’ya mensup iken vefatı sebebiyle başsız kalan, aynı zamanda Çağrı ve Tuğrul beylerin emrine girmeyerek Irak-ı Acem’e geçen Oğuzlara “Irak Türkmenleri” adı veriliyordu.

Bu Türkmen zümreler Aslan Yabgu’dan sonra oğlu Kutalmış’a bağlılıklarını devam ettirdiler. Başlıca kuvvet kaynağını Oğuzların/Türkmenlerin teşkil ettiği Kutalmış, her zaman kendisini Büyük Selçuklu Sultanı ile eşit haklara sahip bir hükümdar saymaktaydı. O, gayrimeşru telakki ettiği bir yönetimi devirmek için harici bir devletin desteği yerine merkezi yönetimden memnun olmayan Oğuzlara/Türkmenlere güvenmekle yetindi. Amcası Mikail’in çocukları Çağrı ile Tuğrul’un, babasının Gazneliler elinden kurtarılması için ciddi bir girişimde bulunmadıklarını, hatta onların kendi başlarına hareket ettiklerini gördü. Kutalmış, mevcut uygulamadan memnun olmayan Oğuzlar/Türkmenler ile birlikte Büyük Selçuklu tahtını ele geçirmek için önce Tuğrul Bey’e karşı harekete geçti ve ordusunu bozdu. Sonra Büyük Selçuklu başkenti Rey’i kuşattı. İlk başkent olan Nişabur’dan yola çıkan yeni sultan, Çağrı Bey, oğlu Alpaslan ile karşılaştı, şiddetli ve kanlı bir savaşta taraflar ağır kayıplar verdi. Savaş sonucu Kutalmış, kardeşi Resul Tekin ve oğulları Süleyman Şah, Mansur, Alp Yülek, Devlet ve maiyetindekiler bozguna uğradılar. Savaş meydanında ölümden kurtulan Kutalmış, atını sarp dağ yollarına sürdü. Takip sırasında atının sürçmesiyle yere düştü ve aşırı kan kaybından öldü. Naaşı Rey’e getirilerek burada toprağa verildi (1064). Sultan Alpaslan Kutalmış’ın isyanına ve ölümüne çok üzülmüştür. Kutalmış’ın kardeşi Resul-Tekin, çocukları Mansur, Süleyman, faaliyetleri hakkında fazla bir bilgi bulunmayan Alp İlek (Yülek) ve Devlet (Dolat), Alpaslan’a karşı mücadelede esir düşmüşler, Sultan onların hayatına son vermek istemiş, fakat Nizamülmülk onu bu düşüncesinden hanedan azasını idamın uğursuzluk getireceği ve devletin bekasına tesir edeceği fikriyle vazgeçirmiştir. Kutalmışoğulları Alpaslan’ın ölümüne kadar Rey’de esir tutulmuşlardır (1072).

Kutalmışoğullarının tarih sahnesine çıkışları, Anadolu’ya gelişleri veya gönderilişleri ile ilgili tarihî kayıtlar oldukça karışıktır. Muhtemelen Süleyman Şah ve kardeşlerinin esaretten kurtulup Anadolu’ya gelerek tarih sahnesine çıkmaları, Alparslan’ın ölümünü müteakip Melikşah’ın cülusunda yaşanan olaylar sırasında olmuştur. Belki de Kutalmışoğulları, Melikşah tarafından herhangi bir olaya dâhil olup iktidarına sıkıntı vermemeleri için, ya gaza yaparak hizmette bulunmaları veya şehit olarak bertaraf edilmeleri düşüncesiyle Bizans sınırlarına gönderilmişlerdir. Süleyman Şah ve kardeşleri ilk olarak Diyarbakır, Urfa ve Birecik çevresine gelmişler, ilk kez de Fırat boyları, Urfa, Halep ve Antakya bölgesinde faaliyet göstermişlerdir.

Süleyman Şah ve kardeşleri bölgedeki Yabgulu Türkmenlerinin de desteğini alarak kısa süre içerisinde geniş alanda üç koldan Anadolu’nun fethine giriştiler. Birecik’i üs edinen Süleyman Şah, Güneydoğu Anadolu’yu fethe çalışırken, Mansur ve kumandanları, İç Batı Anadolu’da fütuhatta bulunuyordu. Alp İlek ile Devlet, Bizans arazisinde fetihlerle meşgul oldukları sırada Suriye’deki Türkmen beylerinden Şökli, Suriye hâkimi Atsız’ın Selçuklu soyundan olmadığını, kendisine hizmette bulunmak istemediğini, kendisinin ise Selçuklulardan ve hükümdar hanedanından olduğu buraya gelecek olurlarsa itaat edeceği, hizmetinde bulunmaktan iftihar edip ve şeref duyacaklarını bildiren bir mektup gönderdi. Mısır’daki Fatımilerden mal ve yardım vadini aldığını da bildiren çağrıya uyarak Kutalmışoğlu, Alp İlig, kardeşi Devlet ve amcası Resul Tegin’in bir oğlu ile beraber Taberiye’ye gidip Şökli’ye katıldı ve Fatımi Devleti’ne tabi olduğunu ilan etti. Bunu haber alan Atsız, harekete geçip Şökli ve müttefiki Kutalmışoğullarını Taberiye’de yenilgiye uğrattı. (467/1075). Atsız, esir aldığı Şökli’yi ve oğlunu öldürttü, Kutalmışoğullarının durumunu da bir elçiyle Sultan Melikşah’a bildirdi. Filistin’de bunlar yaşanırken Süleyman Şah da Mirdasi emiri Mahmut’un ölümü üzerine Halep’i muhasara ediyordu (467/1074). Mahmut’un yerine geçen oğlu Nasır bu şehri müdafaa ederken Kutalmışoğluna: “Ben sultanın naibiyim; sen de ona itaat ediyorsan buradan uzaklaş” dedi ve kendisini mal vererek muhasaradan vazgeçirdi. Bu suretle Halep’ten Selemiyye’ye çekildi. Bu arada Kardeşlerinin ve amcasının oğlunun esir alındığını öğrenen Süleyman Şah, Atsız b. Uvak’a mektup yazarak kardeşinin serbest bırakılmasını istedi. Fakat Atsız bu hususu sultana yazdığını, gelecek cevaba göre hareket edeceğini bildirdi. Ardından sultandan gelen bir emirle Kutalmışoğullarını ve amcalarının oğlunu Bağdat’ta bulunan Aytekin es-Süleymani’ye ulaştırdı, o da payitaht İsfahan’a, sultana gönderdi. Kısa zamanda büyük bir Türkmen kitlesini etrafında toplayan Süleyman Şah, Halep civarında Atsız’a yardıma gitmekte olan 3.000 Türkmen atlısına saldırdı ve mallarını yağmalayıp daha sonra Antakya’yı kuşattı. Bu esnada şehrin Bizans valisi Isaakios Komnenos ile bir anlaşma yaparak bu havaliyi akınlardan korumak mukabilinde yıllık 20.000 dinar haraca bağladı.

Antakya kuşatmasını kaldıran Süleyman Şah, Anadolu’da vaziyetin uygunluğunu görerek zaman kaybetmeden hemen Anadolu’ya geçti. Malazgirt Zaferi’ni müteakip Bizanslılarla yapılan sulh bozulunca Alpaslan birtakım Türk beylerini Anadolu’nun fethine memur etmiş idi. Artık Bizans ordusu ve mukavemeti kalmadığı için Türkmenler her tarafı süratle işgal ve iskâna başlamışlardı. Bizans’ın içinde bulunduğu durum, var olan iktidar mücadeleleri ve sık sık yaşanan isyanlar Anadolu’da Türkmen nüfusun yayılmasını hızlandırdı. Kutalmışoğullarının bölgeye geldiği sırada büyük bir Türkmen kitlesinin başında olarak Anadolu’da fetihleriyle ünlenmiş Artuk Bey’in, Kavurt İsyanı sebebiyle büyük Sultan Melikşah tarafından merkeze çağrılması, akabinde de Irak’a tayin edilmesi onlar için büyük bir fırsat oldu. Süleyman ile kardeşi Mansur, Artuk Bey’in dönmemesi ve bu ülkede bir Selçuklu şehzadesi veya büyük bir Türkmen beyinin bulunmaması, onların burada şansını daha da artırdı. Bu fırsatı iyi değerlendiren Kutalmışoğlu Süleyman, Antakya’dan Anadolu içlerine geçti. Önce Konya üzerine yürüyüp şehri Bizans’ın Konya emiri olan Martavkusta’dan aldı. Daha sonrada Gevele (Gevale) Kalesi’ni kuşatarak Bizanslı komutan Romanus Makri’nin elindeki bu kaleyi zapt etti. Böylece Kutalmışoğlu Süleyman Şah Anadolu’da tesis edeceği devletinin ilk idare merkezini 467/1075 yılında Konya’da kurmuş oldu. İbrahim Hakkı Konyalı, Tevârih-i Âl-i Selçuk ve Yazıcızade Ali’nin Selçuknâme’sine dayanarak Konya’nın Türkiye (Anadolu) Selçuklularının ilk başkenti olduğunu söyler ve 467/1075 yılından İznik’in başkent yapıldığı 472/1080 yılına kadar Konya’nın payitaht olduğunu zikreder (Konyalı, Konya Tarihi, 1964, 41-42, 49).

Süleyman Şah, kısa süre içerisinde Anadolu’da birçok müstahkem kaleyi, verimli toprakları ve hükümdarların hazinelerini ele geçirerek, Konya’dan İznik kapısına kadar her tarafı fethetti. Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Bizans İmparatorluğunun içinde bulunduğu perişan ve aciz durumdan da faydalanarak 467/1075 senesinde İznik (Nikiyye) ve havalisini topraklarına kattı. Kutalmışoğulları Mansur ve Süleyman, 1075 yılında İznik’e yerleştikten sonra Bizans’ın uğradığı buhrandan ve zayıf imparator Mikhael’e karşı çıkan isyanlardan faydalanarak süratle devletini genişletme ve kuvvetlendirme imkânlarını buldu. Bizans’ın Rumeli ordusu 1075 yılında toptan ayaklandı ve bu ordu kumandanı Nikephoros Bryennios 1077 yılında Edirne’de, kendi imparatorluğunu ilan ederek İstanbul üzerine yürüdü. İmparator bu tehlikeli durumda tutuklu bulunan komutanlarından Russel’i hapisten çıkararak Aleksios ile birlikte ona karşı gönderdi. Tam bu sırada Anadolu ordusu kumandanı Nikephoros Botaneiates de İmparator Mikhael Dukas’a karşı ayaklanarak imparatorluğunu ilan etti. Kütahya’dan İstanbul’a yürüyen Botaneiates, Sultan Alpaslan’a isyan edip Bizans’a sığınan Elbasan’ı Kutalmışoğullarına göndererek ittifak teklifinde bulundu. Süleyman Şah bu teklifi kabul etti ve 2.000 kişilik bir kuvvet gönderdi. Botaneiates, Bizans tahtını ele geçirip imparator oldu (1078).

Kutalmışoğulları Bizans’ın iç mücadelelerine karışarak bu sayede hâkimiyetlerini Karadeniz, Marmara ve Akdeniz sahillerine kadar her tarafta genişlettiler. Kısa zamanda Bursa çevresiyle Kocaeli yarımadasını ele geçirerek Üsküdar ve Kadıköy’e doğru ilerlediler, hatta Anadolu kıyılarında gümrük daireleri kurup Boğaz’dan geçen gemilerden vergi almaya başladılar. Böylece İstanbul Boğazı, Selçuklu-Bizans sınırlarını oluşturmuş oldu. Süleyman Şah’ın Türkiye Selçuklu Devleti’ni kurmasının ardından kalabalık Türkmen kitlelerinin Azerbaycan’dan Anadolu’ya gelmesiyle bu coğrafyada Türk nüfusu çoğalmaya başladı. Bizans’ın kötü idaresi, savaşlar ve isyanlar dolayısıyla perişan olan yerli halklar da Kutalmışoğullarının idaresinde huzura ve sükûna kavuşuyor ve bu sayede Türkiye Selçuklu Devleti sağlam bir temele kavuşmuş bulunuyordu. Özellikle de Bizans’ın uyguladığı dinî politikalar, Ortodokslaştırma ve Rumlaştırma siyaseti de Ermenileri, Süryanileri, Ortodoks olmayan yerli halkları ve Pavlakiler gibi zümreleri devlete düşman etmiş, onları Selçuklulara yaklaştırmıştı. Anadolu’da çeşitli ırklardan oluşan, Bizans’ın yönetiminden memnun olmayan bu yerli halklar, Süleyman Şah’ın yönetimini benimsedikleri gibi büyük arazi sahiplerinin hizmetinde çalışan ve esir muamelesi gören köylüler de Selçuklu yönetiminde hürriyetlerini kazandılar ve toprak sahibi oldular.

Sultanlık davasıyla ortaya atılan Kutalmışoğullarının, büyük Türkmen kitlelerine dayanarak, Anadolu’da bir devlet kurmaya girişmeleri Melikşah’ı endişelendiriyor ve saltanat mücadelesini kazandıktan sonra merkeziyetçi bir devlet kurmak maksadıyla bütün Selçuklu ailesi ve vasal devletler ile bu yeni oluşum sürecindeki siyasi teşekkülleri itaate almaya veya ortadan kaldırmaya çabalıyordu. Bu amaçla Melikşah 1078 yılında kardeşi Tutuş’u Suriye’ye gönderip Atsız çevresinde teşkilatlanan Yabguluları itaate alırken büyük kumandanlardan Emir Porsuk’u da Anadolu’ya memur ederek Kutalmışoğullarını da bertaraf etmek istiyordu. Dönemin kaynaklarında Emir Porsuk’un Anadolu’ya geliş sebebi ile ilgili bir belirsizlik bulunsa da Emir Porsuk’u büyük bir Selçuklu ordusuyla İznik’e gönderdiği ve Kutalmışoğullarından Mansur’un Melikşah tarafından ortadan kaldırtıldığı noktasında hemfikirdir. Kaynaklarda var olan ve araştırmacılar tarafından tartışılan nokta bu seferin her iki kardeş üzerine olup olmadığı konusudur. Bunu Süleyman’ın Anadolu’da tek başına hâkim olma isteğiyle açıklayarak, onun, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’a bağlılığını göstermek, Melikşah yanında itibarını artırmak maksadıyla abisi Mansur hakkında itaatsizlikle suçlayıp merkeze karşı isyana hazırlandığı biçiminde Melikşah’a şikâyetiyle Emir Porsuk’un Anadolu’ya geldiği ve Mansur’u yenerek, ortadan kaldırdığı, şeklinde açıklayanlar olsa da Süleyman ile kardeşi Mansur arasında bir mücadele olduğuna dair kaynaklarda bir işaret mevcut değildir (bk. Turan, 1971, 56-60). Melikşah’ın Porsuk’u Anadolu’ya Bizans’ı haraca bağlamak ve Kutalmışoğullarını itaate almak gibi cihan hâkimiyeti davasıyla gönderdiği görülmektedir. Nihayet Emir Porsuk, Bizans’ı itaat altına alarak yıllık bir milyon kızıl altın haraca bağlamış, Kutalmışoğlu ile iki tarafın da büyük zayiatıyla sonuçlanan bir savaşa girerek hasmı Mansur’u hileyle öldürmüştür (Ebu’l-Ferec Tarihi, I/329). Mansur’un öldürülmesinde sonra Anadolu Türkmenleri kardeşi Kutalmış’ın diğer oğlu Süleyman Şah etrafında toplanmıştır.

Melikşah’ın gönderdiği Emir Porsuk’un Anadolu’dan ayrılmasından sonra da Bizans’ta eksik olmayan taht kavgaları Süleyman Şah’a yeni fırsat ve imkânlar hazırladı. Nitekim Bizans komutanlarından Nikephoros Melissenos da taht iddiasında bulunarak yeni imparator Botaneiates’i tanımıyor; Ege sahillerine kadar yayılan Türk beyleri ile temas ederek tahtı ele geçirmeğe çalışıyordu. Bu teşebbüsünde muvaffak olabilmek için Süleyman ile ittifak yaparak Frigya ve Galatya’da henüz Bizanslıların elinde kalan şehirleri de Selçuklulara teslim ediyordu. Bu siyaset değişikliği Süleyman ile Bizans İmparatoru Botaniates’in arasını açtı ve imparator, 1080 senesinde, Anadolu’ya bir ordu sevk etti. 1080 yılında İznik’te kendisini imparator ilan eden Nikephoros Melissenos, Süleyman Şah’ın yardımı ile Bizans kuvvetlerini mağlup ederek Türk ordusu ile birlikte Kadıköy’e gelip yerleşti. Ancak Nikephoros Melissenos’tan daha erken davranan ve ondan daha becerikli olan Bizans komutanı Aleksios Komnenos, Bizans tahtını ele geçirerek Botaneiates’i tahtan indirip kendi imparatorluğunu ilan etti (1081). Bu durumdan iyi yararlanan Süleyman Şah, Bizans’ın Anadolu’daki topraklarına yayılarak daha önce fethetmediği birçok yeri zapt ettiği gibi boğazı da kontrolleri altına aldı. Yeni imparator Aleksios Komnenos, birkaç gece baskını ile Türkleri boğazdan uzaklaştırmağa girişti ise de bunu başaramadı. Aleksios Komnenos Balkanlarda başlayan Norman istilası sebebiyle zor durumda kaldı. Komnenos, Balkanlardaki acil tehlikeyi bertaraf etmek için Süleyman Şah ile anlaşmak zorunda kaldı. 1081 tarihli antlaşma ile Bizans İmparatoru Aleksios Komnenos, Gazi Süleyman Şah’ın Anadolu’daki egemenliğini, Türkiye Selçuklu Devleti’nin siyasi ve hukuki varlığını kabul etti. Daha önce elden çıkan Bizans toprakları Türkiye Selçuklu Devleti’ne bırakılarak, Bizans’ın Anadolu yakasındaki Dragon Suyu, iki ülke arasında sınır kabul edildi. Çağdaş Bizans tarihçisi Anna Komnena’ya göre antlaşmanın imzalandığı tarihte Süleyman Şah “Sultan” unvanını taşıyordu (Komnena, 1943, II/64). Sultan unvanıyla imzalanan 1081 tarihli antlaşma, iki bağımsız devlet arasında imzalanmıştır. Bu anlaşma, her şeyden önce Süleyman Şah’ın Anadolu’daki hâkimiyetinin tasdik edilmesi, diğer taraftan hukuken Bizans İmparatorluğu’na ait bulunan Sinop ve Antakya’nın fethine Bizans’ın itiraz etmemesinden de görüldüğü gibi, Anadolu topraklarının Türklere terk edildiğini göstermesi açısından önemlidir.

Bizans’la yapılan antlaşmayla Anadolu’da kuvvetli bir devlet kurduğunu fiilen ve hukuken ilan eden Süleyman Şah da bundan sonra bütün Anadolu’ya hâkim olma çabası görülür. Ancak Sultan Süleyman’ın bütün Anadolu’ya hâkim olduğunu söyleyen kaynaklar devletinin şarktaki hudutlarını ve nerelere kadar uzadığını belirtmezler. Bununla beraber, Süleyman Şah’ın Bizans’la yaptığı antlaşmadan hemen sonra, Orta Anadolu’ya (Kapadokya), sahil bölgelerine ve bütün Asya (Anadolu) vilayetlerine de hâkimiyeti yaydığı ve Kapadokya’ya Ebulgazi Hasan Buldacı’yı, İzmir’e Çaka Bey’i, Çankırı, Kastamonu ve Sinop yöresine Kara Tekin Bey’i vali olarak tayin ettiğine dair ifade ile zikredilen valilik merkezleri bize sınırlar hakkında genel bir fikir vermektedir (Komnena, II/67). Süleyman Şah, Anadolu’nun tamamına hâkim olmak için Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Philaretos Brachamios tarafından kurulan Ermeni Prensliği üzerine de hemen bir sefer düzenledi. Çukurova bölgesine yapılan bu seferle Tarsus, Adana, Misis, Aynizerba ve yörelerini fethetti. (475/1082-83). Malatya’yı vergiye bağladı. Süleyman Şah Tarsus’u fethedince Trablusşam hâkimi Şii kadısı Celalülmülk Ebülhasan Ali b. Ammar’a başvurup yeni fethettiği şehirler için kadı ve hatipler göndermesini istedi. Bu şehir ve kalelere vali ve kumandanlar tayin ettikten sonra İznik’e döndü.

Süleyman Şah, ülkesi ile İslam ülkeleri arasında bir perde oluşturan, başında Philaretos’un bulunduğu, Harput’tan Çukurova’ya kadar uzanan bir bölgede yer alan Ermeni Prensliğini ortadan kaldırmak ve Anadolu’da Türk bütünlüğünü sağlamak amacıyla, 1084 yılında yeniden Çukurova’ya hareket etti. Başta Antakya olmak üzere yönetimi altında bulundurduğu şehirlerde halka ve askerlere şiddetli baskı uygulayan, oğlu Barsama’yı dahi hapse atan Philaretos Brachamios’un Urfa’ya gitmesinden faydalanan Antakya şahnesi İsmail, Barsama’yı hapisten çıkardı ve şehri Süleyman Şah’a teslim etmek için onunla iş birliği yaptı. Süleyman Şah, ileri gelen emirlerinden olan yakın adamı Ebulkasım’ı İznik’te hükümdar naibi olarak bıraktı ve tayin ettiği valilerden bölgelerini korumalarını istedi. Türkiye Selçuklu hükümdarının Çukurova harekâtı geniş çaplı olmuştur. Dayısı ve aynı zamanda Danişmentli Beyliği’nin de kurucusu Gümüş Tekin Ahmet Gazi, Flaretos’a tabii Gabriel’e karşı Malatya’yı, yine valilerinden Kara Tekin Bey de Sinop’u muhasaraya gidiyordu. Süleyman Şah, Ebulgazi Hasan Buldacı ve Aslantaş gibi kumandanlarla birlikte oğulları Kılıçarslan, Davut ve 300 atlı ile beraber Antakya’ya hareket etti. Süleyman Şah, şehre hâkim olmak isteyen Suriye Selçuklu Devleti Hükümdarı Tacüddevle Tutuş ile şehirden her yıl Büyük Selçuklu Devleti adına vergi alan Musul Selçuklu Emiri Şerefüddevle Müslim b. Kureyş’in kendisinin Antakya’ya gelmekte olduğunu haber almamaları için geceleri yol alıp gündüzleri konaklamak suretiyle on iki gün zarfında Antakya yakınlarına geldi.

O, askerlerini Çukurova kıyılarında gemiye bindirip Asi Nehri’ni takip ederek Antakya Kalesi önlerine bir anda geldi. İsmail, Barsama ve burada kuvvetleriyle kendisine katılan Mencekoğlu adlı bir Türkmen beyi ile birlikte 10 Şaban 477 (12 Aralık 1084) tarihinde Halep Kapısı’ndan şehre girerek 13 Aralık 1084’te dış kaleyi, 12 Ramazan 477 (12 Ocak 1085) tarihinde iç kaleyi zapt ederek 117 yıldır Bizans elinde bulunan Antakya’yı fethetti. Askerlerinin Hristiyan halka iyi davranmaları, yerli halktan kimseye kötülük yapmamaları, esirleri azat ederek onların hür tebaa oldukları, mallarına el koymamalarını, kızları ile evlenmemelerini, evlerine girmemeleri, ele geçirilen ganimetlerin şehir içinde satmaları, kuşatma sırasında şehrin yıkılan kısımlarını onarmaları hususunda bir buyruk çıkarttı. Ayrıca Antakya’nın fethinde yardımcı olan ve kendisini davet eden şehrin şahnesi ile kale kumandanını görevlerine iade etti. Camiye dönüştürdüğü Kawasyana (Mar Cassianus) Kilisesi’nde 15 Şaban 477/17 Aralık 1084 Cuma günü 110 müezzin tarafından okunan ezandan sonra cuma namazı kılındı. Süleyman Şah, Hristiyan halkın isteği üzerine Antakya’da Meryem Ana ve Aziz Cercis adlarına iki kilisenin inşasına izin verdi. Hristiyan âleminin kutsal şehirlerinden sayılan Antakya’nın fethini bir fetihname ile Sultan Melikşah’a bildirdi. Sultan, başkent İsfahan’da fethi kutlamak amacıyla törenler yaptırdı. Devrin ünlü şairi Ebiverdi bu fetih sebebiyle bir kaside kaleme aldı. Süleyman Şah daha sonra Bagras, Süveydiye (Samandağı), İskenderun, Derbesak, Artah, Harim, Telbaşir, Gaziantep şehir ve kalelerini; emirlerinden Buldacı da Elbistan, Göksun, Maraş, Behisni, Ra’ban şehir ve kalelerini kısa bir süre içinde fethetti. Böylece Türkiye Selçuklu Devleti’nin sınırları Marmara Denizi’nden Fırat Irmağı ve Halep yörelerine kadar ulaştı.

Süleyman Şah’ın Çukurova harekâtı ve bu arada Antakya’nın fethi sonucunda genişleyen hâkimiyeti, kendisini Büyük Selçuklu Devleti ile rekabet ve çatışmaya sürükledi. İlk çatışmaya girdiği devlet, Büyük Selçuklu Devleti’nin bir vasalı olan Musul (Ukayloğulları) Emirliği’dir. Emir Şerefüddevle Müslim b. Kureyş, Antakya hâkimi Philaretos Brachamios’tan yıllık haraç alıyordu. Emir Şerefüddevle Müslim, fetih sonrasında Gazi Süleyman Şah’tan söz konusu haracı ödemeye devam etmesini istedi; aksi hâlde büyük Sultan Melikşah’a isyan etmiş sayılacağını bildirerek onu tehdit etti. Emir Müslim’in teklifini reddeden Süleyman Şah ise tek amacının fethettiği ülkelerde sultan adına hutbe okutup para bastırmak olduğunu, Antakya ve diğer şehirlerin fethini ancak onun sayesinde gerçekleştirdiğini belirtti. Ayrıca önceki Antakya hâkiminin gayrimüslim olduğundan kendisine cizye verdiğini, fakat bir Müslüman’ın başka bir Müslüman’a cizye ödemeyeceğini söyledi. Süleyman Şah’ın bu cevabına Emir Müslim, beraberinde Türkmen atlıları bulunan Çubuk Bey olduğu hâlde Antakya’yı yağmalatmakla karşılık verdi. Buna mukabil istemeyerek de olsa Türkiye Selçuklu Sultanı Halep’i yağmalatsa da: “Benim, dinin yasakladığı bir malı almak, bir Müslüman’ın malını yağmalamak gibi geleneğim yoktur. Beni böyle davranmaya sizin emiriniz zorlamıştır” diyerek askerlerine halkın mallarını iade ettirdi. Bu arada Müslim’in sert davranışları yüzünden Kilaboğullarına mensup bazı kuvvetlerle Mirdasi emirleri Şebip ve Mansur, Süleyman Şah’a katıldılar. Halep’e bağlı bazı kasabaların Süleyman’ın idaresine geçmeleri ve Halepli bazı ileri gelenlerin Antakya’ya gelip onu Halep’e davet etmeleri Müslim ile gerginliği daha da artırıyordu Karşılıklı sürtüşmeler sonuçta iki tarafı savaşa sürükledi. Müslim, Halep’ten çıkıp Antakya’ya yönelirken, Süleyman Şah da 4.000 kişilik ordusuyla yola çıkarak Amik Ovası’ndaki Kurzahil mevkiinde karşılaştılar. Emir Şerefüddevle’nin safında bulunan Emir Çubuk ve maiyetindeki Türkmenler savaş başlar başlamaz Süleyman Şah’ın tarafına geçti. Emir Çubuk’un saf değiştirmesi savaşın sonucunu etkileyerek, Ukayloğulları ordusunun ağır bir yenilgiye uğramasına sebep oldu. Emir Şerefüddevle Müslim savaş meydanını terk edip kaçarken kendi askerleri tarafından öldürüldü (24 Safer 478/21 Haziran 1085). Ardından Süleyman Şah, Şerif Hasan b. Hibetullah el-Huteyti’nin elinde bulunan Halep’i kuşattı (Rebiyülevvel 478/Temmuz 1085). Savaşta öldürülen Emir Şerefüddevle Müslim’in cenazesini yanında getirerek Halep Kapısı’na defnettirdi.

Halep’e sahip olma isteği Türkiye Selçuklu sultanı ile Büyük Selçukluları ve onlara tabii Suriye ve Filistin Selçuklu sultanını daha yakın bir mücadeleye sürükledi. Selçuklu ailesinden iki hükümdarın karşı karşıya gelmesinde bu sırada Halep hâkimi olan Şerif Ebu Hasan ibn Hutayti’nin büyük rolü oldu. İbn Hutayti, şehrin kendisine teslim edilmesini isteyen Süleyman Şah’a, konuyu Büyük Selçuklu sultanına ilettiğini, cevap gelinceye kadar beklemesini söylerken diğer taraftan da hem Melikşah’a hem de Şam meliki olan kardeşi Tutuş’a mektup yazarak şehri kendilerine teslim etmek için ya bizzat gelmelerini veya Süleyman Şah’ı uzaklaştıracak bir ordu göndermelerini bildiriyordu. Bu söz üzerine Süleyman Şah Halep muhasarasını kaldırarak Müslim’in askerlerini takibe girişti. Onları çöle kaçırıp peşlerinden takip edip Maarra, Kefertap, Latmin şehir ve kalelerini ele geçirerek buralara valiler tayin etti. Fethettiği bölgelerin halkına adaletli davranan Süleyman Şah daha sonra Kınnesrin’i kuşatıp aldıktan sonra şehri imar etti ve burada Müslim’in dul kalan zevcesi Menia Hatun ile evlendi. Sultan İbn Hutayti’nin, iki taraflı oynamasından habersiz olarak tekrar Halep üzerine hareket ederken Suriye ve Filistin Selçuklu Hükümdarı Tacüddevle Tutuş, Süleyman Şah ile arası açık olan Artuk b. Eksük Bey ile birlikte Halep’e yöneldi (Muharrem 479 /Nisan-Mayıs 1086). Halep’i yeniden kuşatmaya başlayan Süleyman Şah, bu hareket haberini alınca Tutuş’a doğru ilerledi. İki Selçuklu ordusu Halep’e beş-altı km mesafedeki Ayn Saylam’da 18 Safer 479/4 Haziran 1086 günü karşılaştı. Amcazade iki Selçuklu sultanı arasında çok şiddetli bir savaş oldu. Suriye seferinde Süleyman Şah’a katılan Çubuk ve sair Türkmenler, Büyük Selçukluları tercih ederek Tutuş tarafına geçip saf değiştirmeleri Süleyman Şah’ın ordusunun bozulmasına sebep oldu. Süleyman Şah ordusunun yaşadığı bu sarsıntıyı ne kadar düzeltmeye çalışıp sabırla savaşsa ve üstün gayretler gösterse de Tutuş karşısında yaşadığı hezimeti önleyemedi. Bir sultan olarak hayatında ilk defa yenilgiye uğrayan Süleyman Şah Tutuş’la yaptığı bu savaşta hayatını kaybetti (18 Safer 479/4 Haziran 1086).

Süleyman Şah’ın ölümü ile ilgili çağdaş kaynaklarda farklı rivayetler mevcuttur. Bazı kaynaklar onun Tutuş’a yenilip ordusu dağıldıktan sonra savaş meydanını terk ettiği, Tutuş’un adamlarını göndererek onu çağırttığını, kendisiyle barış yapacağını bildirmesine rağmen Süleyman Şah’ın içine düştüğü ümitsiz ruh hâliyle bıçağını kalbine saplayarak intihar ettiğini zikrederler (İbnü’l-Kalânisî, 1908, 119; Komnena, 1943, II/65). Bazı kaynaklar da Süleyman Şah’ın savaş meydanında şehit edildiğini söyler. O kaynaklara göre; savaş alanını gezen Tutuş’un askerlerinin yakut ve som altınlarla işlenmiş zırhlı bir cesedi görüp Tutuş’a haber verdikleri, Tutuş’un: “Bu Süleyman Şah’a benziyor” dediği, “Nasıl tanıdınız?” sorusuna da: “Ayakları benim ayaklarıma benziyor; zira Selçukoğullarının ayakları birbirine benzer” şeklinde cevap verdikten sonra cesedin başında durup: “Biz Mikail oğulları sizlere (Aslan Yabgu oğullarına) zulmettik, sizleri uzaklaştırdık ve öldürdük” sözlerini söyledikten sonra çok üzüldüğü ve gözyaşları döktüğünü rivayet eder (İbnü’l-Adim, II/97-98). Tutuş, Süleyman Şah’ın naaşını teçhiz ve tekfin işlemlerini itinayla yaptıktan sonra onun, bir yıl önce Müslim’i gömdüğü Halep Kapısı’na defnettirdi. Başta veziri Hasan bin Tahir olmak üzere askerlerinin önemli bir kısmı esir eden Tutuş, Süleyman Şah’ın hanımını ve iki oğlunu veziriyle beraber Antakya’ya gönderdi. Ancak çocukları daha sonra Sultan Melikşah tarafından İsfahan’a götürüldü ve ölümüne kadar serbest bırakılmayarak Anadolu’da Kutalmışoğulları hâkimiyetine fırsat verilmedi. Süleyman Şah’ın ölümünden sonra kurmuş olduğu devlete oğlu I. Kılıçarslan’ın, Melikşah’ın ölümünden sonra esaretten kurtulup 1092 yılında Anadolu’ya geçerek İznik tahtını elde etmesine kadar İznik’te yerine vekil bıraktığı Ebülkasım, ardından kardeşi Ebülgazi hâkim olmuştur.

Anadolu’da on asra yaklaşan Türk varlığını, sağlam temeller üzerine oturtarak kurduğu bir Türk devletiyle sağlayan I. Rükneddin Süleyman Şah, Türk tarihinde çok mümtaz bir mevkie sahiptir. 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’nun her bölgesi Türkmenlerle dolmuş, birçok Türk beyi fetihlere girişmiş ise de bunlar henüz dağınık bir vaziyette olup, Anadolu’da bir Türk hâkimiyeti veya devleti mevcut değildi. Selçuk hanedanına mensup Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın Anadolu’ya gelerek 1075’de kurduğu Türkiye Selçuklu Devleti bütün Türkmenleri birleştirmekle bu memleketin tarihinde yeni bir devir başlattı. Süleyman Şah devletini kurarak Bizanslılar aleyhinde sınırları genişletip onlara Anadolu’daki mutlak hâkimiyetini kabul ettirirken Sultan Melikşah’a karşı da bu devletin istiklalini korudu. Çok mücadeleli ve ıstıraplı bir hayat geçiren Kutalmışoğulları, Büyük Selçuklulara nazaran çok küçük, takriben bir asır süren savaşlarla da harap olmuş, iktisadi bakımdan çöküş içinde bir memlekette kurdukları bu devlet amcazadelerinkinden daha uzun ömürlü olup, Anadolu’nun Türk yurdu hâline gelmesini sağlamıştır. Anadolu’da millî birliği kuran, Anadolu Türkleri arasında gazilik payesi kazanarak efsanevi bir şahsiyete bürünen (İbn Bibi, I/37), Rükneddin Süleyman Şah, Anadolu’da bir yandan Türk nüfusunun artmasına, iktisaden, fikren ve siyaseten kuvvetlenerek hâkim unsur olmasına çalışırken öte yandan Bizans hâkimiyetinde iken sürekli savaşlar, sivil ve askerî ayaklanmalar ve ağır vergiler yüzünden perişan olan yerli halkın da huzur ve istikrara kavuşmasına önem vererek kurduğu Türkiye Selçuklu Devleti’ni sağlam bir temele oturtmuş oldu.

MUSTAFA AKKUŞ

BİBLİYOGRAFYA

  • İbnü’l-Kalânisî, 1908, 113, 117-119; Komnena, 1943, II/10, 12-15, 18, 29-31, 63-75, 95, 101, 131, 136-138, 146, 151, 162; a. mlf., 1996, 64-76; Ebü’l Ferec Tarihi, 1999, I/328-333; İbn Bibi, el-Evamir, 1996, I/12, 37; Anonim Selçukname, 1952, 16-17, 36; Süryani Mikhail, 1905, III/162, 166, 169, 172-175, 179; İbnü’l-Esir, Tarih, 1987, X/47-50, 138-140, 147-148, 197; Aksarayi, Müsameretü’1-ahbar, 2000, 11, 14-15; Azimî, 1938, 364-366; a. mlf., 1988, 21; Sıbt İbnü’l-Cevzî, 1968, 215, 229-230, 234-237; Urfalı Mateos-Papaz Grigor, 1962, 147, 161-164, 168-169; İbnü’l-Adim, 1900, II/78, 86-92, 95, 97-99; Yinanç, 1944, 120, 123, 152-153; Kafesoğlu, 1953, 69-70, 89-90; a. mlf., 1981; Honigmann, 1970, 121-122; Turan, 1971, 45-82; a. mlf., 1977; Anadolu’da Türkler, 1979, 49, 88-95; Köymen, 1993; Merçil-Sevim, 1995, 421-427; Sevim, 1990, 21-42; a. mlf., 2010.