ZİYA PAŞA

(1829-1880) Konya valisi, devlet ve fikir adamı, şair ve gazeteci.

İstanbul-Kandilli’de doğdu. Asıl adı Abdülhamid Ziyaüddin’dir. Babası Galata Gümrüğü kâtiplerinden Feridüddin Efendi, aslen Erzurum’un İspir kazasına bağlı Kerab köyündendir. Annesi Itır Hanım’dır. Defter-i Amâl’de verdiği bilgiye göre ilk eğitimine Kandilli’de bir mahalle mektebinde başladı. Daha sonra devlet dairelerine eleman yetiştirmek üzere İmam-zade’nin nezareti altında yeni açılmış, devrine nazaran modern eğitim verem Süleymaniye civarında bulunan Mekteb-i Ulum-i Edebiyye’de okudu. Ardından Beyazıt Rüştiyesinde tahsiline devam etti. Küçük yaşlarda lalası İsmail Ağa’nın teşvikiyle Âşık Ömer, Âşık Garip ve Gevherî gibi şairlerin eserlerini okuyup, Arapça ve Farsça öğrendi. 1845’te Sadaret Mektubi Kalemi’ne memur olarak girdi. O dönemde hükümet daireleri aynı zamanda birer edebî kültür çevresi olduklarından divan edebiyatına merak duymaya başladı. Arkadaşı Tezkireci Fatin Efendi’den aruz öğrendi. Bu dairede çalışırken bir yandan da Hafız Müşfik, Ali, Galip Bey, Emin Firdevsî ve Hâlet Bey gibi kişilerle Tavukpazarı’ndaki meyhanelere, Mahmut Paşa Camii avlusundaki kahvehanelere giderek edebî sohbetlere katıldı. Diğer taraftan devrin ünlü âlim ve şairlerinin toplandığı Menge Mahallesi’ndeki Lebip Efendi Konağı’na devam etti. Hatta Lebip Efendi’nin şiir mecmualarından birkaçının da Ziya Bey tarafından istinsah edildiği bilinmektedir.

1856’da Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın yardımı ile Mabeyn-i Hümayun beşinci kâtibi olarak saraya girdi. Resmî işlerin yanında Mabeyn-i Hümayun Feriki İbrahim Ethem Paşa’nın teşviki ile Fransızca öğrenerek Batı edebiyat ve kültürünü yakından tanımaya çalıştı. Altı ayda Fransızcadan okuduğunu anlayacak ve Türkçeye çevirecek kadar lisan bilgisini ilerletti. Viardot’un Endülüs Tarihi’yle Engizisyon Tarihi’ni Türkçeye çevirdi. 1861’de devrin divan şiiri ile uğraşan şairleri bir Encümen-i Şuara kurmuşlardı. Encümenin erkânı arasında Lebip, Osman Şems, Hoca Nailî, Manastırlı Faik, Recaizade Celal, Namık Kemal, Kâzım Paşa, Hâlet, Hakkı, Hersekli Arif Hikmet, Faik Memduh yer almaktadır. Bunlar her hafta şiir ve edebiyat sohbeti yapmak için Arif Hikmet Bey’in Laleli’deki evinde bir araya geliyorlardı. Ziya Bey de bu heyete katıldı. Bir taraftan da siyasette yükselme arzusu ağır basıyordu. Sultan Abdülaziz’in 1861 Haziranında cülusu ile birlikte, daha önce yazdıkları ve tahta çıkar çıkmaz Sultan’a takdim ettiği kasidesi ile padişahın teveccühünü kazandı. Bu sırada Ali Paşa’yı Sultan Abdülaziz’in gözünden düşürmek için giriştiği teşebbüsler kendi aleyhine gelişecek bir düşmanlığı ortaya çıkardı. 1861’de Ali Paşa’nın sadrazamlıktan azledilerek yerine Fuat Paşa’nın getirilmesinde rol oynadı. Bu değişikliği fırsat bilerek yükselme hırsı ile tuhaf davranışlarda bulundu. Rakip gibi görünseler de Fuat ve Ali paşalar arasında iyi bir dostluk vardı. Fuat Paşa sadrazam olunca Ali Paşa’yı Hariciye Nazırlığına getirdi ve kuvvetler birleşerek Ziya Bey’in saraydaki görevine son verip, önce Zabtiye Müsteşarlığına on üç gün sonra da İstanbul’dan uzaklaştırmak amacı ile Atina elçiliğine tayin edildi. O günlerde Atina’da bir ihtilal havası estiği için Ziya Bey, devletin namus-ı muhtereminin tehlikeye düşeceğini düşünerek istifa etti. 1862 Nisanında paşalık (mîr-i mîrân) rütbesi ile Kıbrıs Mutasarrıflığına atandı. Ziya Paşa Kıbrıs’ta ziraat, ticaret, maliye, mesken işleri ve asayişle ilgili birçok icraatta bulundu (bk. Bilgegil, 1979, 32-38). Ancak Kıbrıs’ın iklimine uyum sağlayamadı. Magosa’da sıtmaya yakalandı. Bir çocuğu burada felç olup, İstanbul’da öldü. Hanımı sinir hastalığına yakalanarak yatağa düştü. Bu sebeplerden dolayı müracaatı üzerine Meclis-i Vâlâ azalığı görevi ile 1862’de İstanbul’a dönmesine izin verildi. Sonra memuriyeti beylikçiliğe çevrilerek rütbesi mir-i miranlığın ûlâ sınıf-ı evveline yükseltildi. Beş ay sonra Bosna müfettişliğine tayin oldu. Fakat bu vazifede de fazla kalmayarak istifa etti. İstifasından sonra Meclis-i Vâlâ azalığı ve bir müddet sonrada Deavi Nazırlığına atandı.

Üç yıl sonra Ali Paşa’nın onu İstanbul’dan uzaklaştırma çabasıyla Amasya Mutasarrıflığına tayin oldu. Ziya Paşa iki yıllık mutasarrıflığı süresinde Amasya’da birçok imar faaliyetlerine girişti; Amasya merkez ile beş kazasına altı hükümet konağı, altı saat kulesi, altı mektep, bir idadi, bir bedesten, bir hapishane ve şehir merkezine meydan ve yollar açtırdı. Ezine ve Kurdak’a büyük hanlar inşa ettirdi. Yine sancak ahalisini mahallî zorbaların zulmünden, mallarını gasbetmelerinden ve böyle kişilerin murabaha yoluyla haksız servet temin etmelerini önledi. Fakat çıkarlarına engel olduğu zorbalardan Zile müftüsü Feyzullah Efendi ile kaza meclisi azası Hacı Hasan Ağa gibi kişilerin çıkardığı asılsız suistimal söylentileri üzerine Canik Mutasarrıflığına nakledildi. Burada fazla kalmayarak Ekim 1865’te yeniden İstanbul’a döndü. Meclis-i Vâlâ azalığına getirildi. O yıllarda devlet sürekli toprak kaybediyordu. Belgrat Kalesi’nin Sırbistan’a verilmesi üzerine Ziya Paşa bilhassa Muhbir gazetesinde hükümete karşı ağır eleştirilerde bulundu. Özellikle eleştirilerini Sadrazam Ali Paşa’ya açıktan yapmakta idi. Bu sırada ileride yeni Osmanlılar Cemiyeti adını alacak olan İttifak-ı Hamiyet cemiyetine girdiği muhtemeldir. Tedavi olmak için o günlerde Paris’e gitmek isterken tekrar ikinci defa Kıbrıs Mutasarrıflığına tayin oldu. Daha önce havasına alışamayıp hastalığa yakalandığını ileri sürerek başka bir yere tayinini istedi. Bu defa yeni görev yeri olarak Rodos Mutasarrıflığı teklif edildi.

Muhbir gazetesindeki yazıları dolayısıyla Kastamonu’ya sürülen Ali Suavi ve Erzurum Vali Muavinliğine tayin edilen Namık Kemal ile Yeni Osmanlılar Cemiyeti ilişkileri de bu sırada ortaya çıktı.

Ziya Paşa, Namık Kemal’le birlikte Yeni Osmanlılar Cemiyetinin hamisi olan Mustafa Fazıl Paşa’nın daveti üzerine Rodos Mutasarrıflığına tayininden dört gün önce gizlice Paris’e kaçtı (17 Mayıs 1867). Ali Süavi de onlara katıldı. Ziya Paşa Abdülaziz Han’a Londra’da sunduğu arz-ı hâlinde canını kurtarmak için vatanı terk ettiğini belirtiyordu. Bu tehlike daha önce hastalığa yakalandığı Kıbrıs vazifesi idi.

Ziya Paşa Paris’te Mustafa Fazıl Paşa’nın kendine bağladığı maaşla geçinmeye başladı. Bir ay kadar sonra Sultan Abdülaziz’in III. Napolyon’un daveti ile milletlerarası tarım makinelerinin teşhir sergisi için Paris’e hareketi üzerine, Ziya Paşa Fransız yetkililerin ikazıyla Londra’ya geçti. Paris’ten sonra Sultan Abdülaziz, İngiltere Kraliçesi Victoria’nın davetiyle Londra’yı ziyareti sırasında Ziya Paşa suçsuz olduğunu ve Avrupa’ya kaçma sebeplerini belirtmek için kaleme aldığı Arz-ı Hâl başlıklı mektubunu padişaha arz etme fırsatı buldu. Cemiyet mensuplarının ortak kararı ile Ziya Paşa Namık Kemal ile birlikte burada Hürriyet gazetesini çıkardılar. Bu gazetede hükümetin iç ve dış politikalarını tenkit ederken, bu mücadeleyi şahsi bir mesele hâline getirmedi. Namık Kemal’in Londra’dan ayrılmasını müteakip gazetenin 63. sayısından itibaren doğrudan Ali Paşa’yı hedef alan ve suçlayan yazılar yayımlamaya başladı. 67. sayısında neşrettiği bir yazısı dolayısıyla Babıâli’nin müracaatı ile İngiliz hükümeti tarafından tutuklandı. Sonra serbest bırakılınca Paris’e ve oradan Cenevre’ye geçti. 100. sayıya kadar gazeteyi Cenevre’de çıkardı. Mustafa Fazıl Paşa’nın, Avrupa seyahati sırasında padişahla anlaşarak İstanbul’a dönmesi üzerine cemiyet mensuplarına ödemekte olduğu tahsisat kesildi. Ziya Paşa bu sefer Mustafa Fazıl Paşa’nın rakibi Hidiv İsmail Paşa’yı destekleyerek onu metheden yazılar neşretmeye başladı. Cemiyet üyelerinin birçoğu ile de ilişkisini kesti. Ali Paşa’nın 1871’de ölümü üzerine yerine Mahmut Nedim Paşa sadrazam oldu. Onun aracı olması ile Ziya Paşa İstanbul’a döndü. Önce Mart 1872’de Divan-ı Ahkâm-ı Adliye’de kurulan icra heyeti reisliğine, sonra Nisan 1873’te Şura-yı Devlet üyeliğine getirildi. Abdülaziz’in tahtan indirilmesine kadar bu görevi sürdürdü. V. Murat’ın padişah olmasından sonra Mabeyn-i Hümayun başkâtipliğine getirildi. Çok kısa bu görevde kaldıktan sonra Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa’nın şiddetli itirazı ile azledilerek Maarif Müsteşarlığına tayin edildi. II. Abdülhamit’in tahta çıkması üzerine Namık Kemal ile birlikte Kanun-i Esasi Layihası’nın tanzimi işine görevlendirildi. Daha sonra Osmanlı-Rus Harbi (1877-1878, Doksan Üç Harbi) sırasında askerin kışlık ihtiyacını sağlamak üzere kurulan “Hediye-i Askeriye Cemiyeti”ne başkanlık etti. II. Abdülhamit, Doksan Üç Harbi’ni bahane ederek Meclis-i Mebusanı Şubat 1878’de süresiz kapatıp, kısa zaman sonra da idareye tamamen hâkim olunca, Mithat Paşa azledilip, Namık Kemal tutuklandı. Ziya Paşa için de önce Berlin sefirliği düşünüldü, fakat sonra bundan vazgeçildi ve Ocak 1877’de vezir rütbesi ile Suriye Valiliğine tayin edildi.

Suriye, Arap, Marunî, Dürzî gibi farklı unsurların ve İslamlık, Hristiyanlık ve Musevilik nevinden çeşitli dinlere mensup kişilerin bir arada yaşadığı ve mahallî mütegallibelerin de bulunduğu bir vilayetti. Ziya Paşa fazla serbest fikirli olduğu için Müslümanların sevgisini kaybetti. İzlediği para politikası ve vilayet içinde birikmiş konsolideleri paraya tahvil etmemesi yüzünden Hristiyan ve Yahudi halk ile de arası açıldı. Bundan sonra İngiliz tesiri ile görevden alınarak, Konya Valiliğine naklolundu. Ziya Paşa 14 Şubat 1877’de Şam’a ulaşmış, aynı yılın 17 Haziranında da Şam’dan ayrıldığına göre 122 gün Suriye’de kalmıştır (bk. Bilgegil, 1979, 269). Suriye’den ayrılışı ise kimsede üzüntü uyandırmamıştır. Zayıf bünyeli olan Ziya Paşa, Suriye ile Konya arasındaki yolda hayli sarsılmış olmalı ki, bu münasebetle:

“Vâlî-i Şâm olarak üç buçuk ay

Konya’ya sonra göründü gitmek

Dağda dondum ovalarda yandım

Mersin üstü Karaman’a giderek

Göstere göstere germ ü serdin

Dünye-yi Konya’yı öğretdi felek”

beyitlerini dile getirmiştir. Konya’ya geldikten sonra burada bir taraftan halkın iyice bıktığı tefecilerle mücadele ederken diğer taraftan imar faaliyetlerine girişti. Mektup işlerini çok ciddi bir surette ele alıp, Evkaf-ı mazbuta varidatından faydalanarak mevcut mektepleri tamir ve ıslah ettirdi. Yeniden mektepler açtırarak, bunlara iyi muallim ve kalfalarla müfettiş tayinine çalıştı. Ancak vücudunda ciddi derecede bir zayıflık ve takatsizlik fikren ise meyus bir hâl başladı. Fena gördüğü her şeyi ne pahasına olursa olsun düzeltmek için en şiddetli mücadeleyi göze almaktan çekinmemesi, Ziya Paşa’nın uzun süre Konya’da tutunmasına engel oldu. Bu defa tefecilerin şikâyeti üzerine vazifesinden alınarak 1878’de Adana Valiliğine nakledildi. Kendisi de bu durumu: “İstanbul’da durmasındaki mahzûr her mütâleaya galip gelerek aşırıldı. Zâtına, şahsına ait işlerini tesviyeye meydan verilmeyerek kat‘ı ve mütevâli emirlerle birbirini kovalayan tezkirelerle Şam’a def‘ olmuş, Şam’da İngiliz dostlarımızın Konya’da muhâcîr gürültüsünün belâsına uğrayarak dağdan dağa koşturuldum” diye ifade etmektedir (bk. Bilgegil, 1979, 273).

Ziya Paşa Ereğli’nin Kureyş-i Kebir köyünden geçerek, Çiftehan, Şekerpınarı, Pozantı üzerinden Adana’ya ulaştı. İkinci gün vazifesine başlayarak sabahleyin Türk memurları, öğleden sonra yabancı devlet konsolosları ile azınlık temsilcilerini kabul etti. Adana’da imar çalışmalarına ağırlık verip, eski mektep binalarının tamiri, yenilerinin inşası ve faaliyete geçmesi, bunlara öğretmen temini için uğraştı. Bir tiyatro binası inşa ettirip burada temsil vermek üzere İstanbul’dan bir tiyatro topluluğu getirtti. Sahnede oynanmak için Fransızcadan piyes tercüme ederek, memurları tiyatro temaşasına mecbur tuttu. Devlet memurlarının daha iyi yetişmesi ve verimli çalışması için kurslar açtı. Bütün memurları hükümet konağında açtırdığı Fransızca kurslarına devam etmeğe mecbur tuttu. Fennî kanallar açtırıp Seyhan Nehri’nden Çukurova’yı sulayarak mümbit hâle getirme projesi yaptırdı; fakat faaliyete geçirmeğe ömrü yetmedi.

Ziya Paşa’nın Kıbrıs ve Amasya’da başlayan rahatsızlığının, İsviçre’den itibaren devamlı bir hâl aldığı anlaşılmaktadır. Kendisi de bunun farkında olup, yaz mevsiminde Gülek Yaylası’ndaki Gerlez mevkiine çıktı; fakat burada da beklenen şifayı göremediği için uzun süre kalamayıp Adana’ya döndü. 17 Mayıs 1880 tarihinde, elli bir yaşında iken Adana’da vefat etti. Cenazesi çok kalabalık bir cemaat tarafından gözyaşları ile Adana Ulucami Haziresi’ne defnedildi. Geriye büyük bir servet bırakmadığı ölümü üzerine gasil için elbiseleri soyulurken üzerinden bir altınla üç mecidiyeden ibaret parası çıkmasından anlaşılmıştır. Adana vilayeti vergi müdürü Seyyit Hasan Rıza tarafından mezar taşına nesir olarak uzun bir kitabe yazıldı.

Ziya Paşa, gayet keskin zekâya malik istihzadaki mahareti kayda şayan, meclisinde sohbetine doyulmayan, son derece mizah ve letaife meyilli, iş başında pek ciddi ve biraz da sert, fakat hususi meclislerde ve evinde maiyet memurlarının en küçüğüne bile nazik muamelede bulunan bir kişiliğe sahipti.

Ziya Paşa, Batı tesirinde 1860’lı yıllardan itibaren gelişen yeni Türk edebiyatının teşekkülünde Şinasi ve Namık Kemal ile birlikte emeği geçen şairlerden birisidir. Bununla beraber bu dönem edebiyatçılarında görülen ortak özellik, divan şiiri ile âşık tarzı geleneği ve Fransız edebiyatı etkisi onda da görülür. Divan şiirinin son büyük temsilcilerinden biri sayılmıştır. Tanzimat Döneminin içtimai ve siyasi fikirlerini, edebî yeniliklerini onun şiirlerinde görmek mümkündür. Fikrî bakımdan eskilerden ayrılarak Avrupai bir çizgi tutturmak isterken duyguları bakımından yerli kalmıştır.

Ziya Paşa daha küçük yaşta Âşık Ömer ve Gevherî’nin eserlerini okuyarak şiire başlamış, sonra Fatin Efendi ile tanışarak halk şiirinden çok divan şiirinin daha zengin olduğunu anlayıp divanları okumuştur. Artık klasik tarzda şiirler yazmaya başlayıp eski şiire aşinalığını ortaya koyduğunu Terci-i Bend’ini yazarak göstermiştir. Bir müddet sonra şiir ve inşa’sında divan edebiyatı dilinin Türk şiiri olarak kabul edilemeyeceğini asıl Türk şiirinin halk şiiri olduğunu belirtir. Fakat 1870’ten sonra, daha önce eleştirdiği divan şairlerinden Türk dilinin temellerini atmışlardır, diye bahsetmesi ve halk şairlerinin eserlerini beğenmemesi, dönemindeki yeni edebiyatı savunan yazarlar tarafından eleştirilmiştir. Bazı manzumelerinde sade dil kullanmaya çalışan Ziya Paşa, Terkib-i Bend, Zafername ve İslam dünyasında asırlardır devam eden hayat felsefesinin âdeta özeti olan Terci-i Bend’i eski tarzda yazmıştır.

Ziya Paşa

BAYRAM ÜREKLİ

BİBLİYOGRAFYA

  • [Ertaylan], 1932, 5; Köprülü, 2004, 299-304; Uçman, 2013; Tanpınar, 1967, 279-317; Toros, 1940, muh.s.lar; Bilgegil, 1979; İnal, Türk Şairleri, 1938, 2028-2061; Banarlı, 1970, 868-878; Göçgün, 2001, 1-36; TDEA, 1998, VIII/666-669; Mardin, 1996, 373-397; Çetin, 2006; Sicill-i Osmanî, III/238; Akyüz, 1964, 3, 90-94; Bereketzâde İsmail Hakkı, 1332, 268-269; Kişmir, 1949.