TÜRKİYE SELÇUKLULARI (Anadolu Selçukluları)

(1075-1308) Konya merkezli olarak Anadolu’ya egemen olan Selçuklular. (Türkiye Selçuklu Devleti Dönemi: 1150-1250)

Türk tarihçileri arasında, “devlet” tanımında farklı düşünenler vardır. Bir kısım tarihçilere göre Türk tarihindeki devlet sayısı sınırlıdır. Hatta bunlardan bazıları Türklerin tarih boyunca “Türk-eli (Türkistan) Devleti” ve “Batı Türk Devleti” adlarında sadece iki devlet sahibi olduğunu ileri sürerler. Çoğunun “devlet” sandığı oluşumlar bu iki (belki de üç) esas devletin “han”lıklarıdır. Coğrafyayı esas alan bu görüş yanında, idare ve idarecileri esas alan görüşe göre devlet sayısı çok olup bazılarınca yüzü aşmaktadır. Bir de açık bazı gerçekler ışığında Türkiye Selçukluları Devleti’nin, çoklarınca kabul edildiği gibi 1075 veya 1081 yılında kurulup kurulmadığının sorgulanması gerekir. Kutalmış-evladı da başlangıçta Danişment, Saltuk, Artuk ve Mengücek Gaziler gibi, Büyük Selçuklu Devleti’nin bir parçası olup, Orta Çağ Türk hâkimiyet telakkisine göre kılıç hakkı olarak fethettikleri toprakları, âdeta tam yetkiyle yönetmişlerdir. Onların başlangıç yıllarındaki hem Selçuklu merkezî hâkimiyetini hem de birbirlerini tanıyan ve haklarına saygı gösteren idareleri zaman içinde farklılaşacak, Büyük Selçuklu yönetiminden kopacaklardır.

Türkiye Selçukluları, adı üzerinde Selçuklu Devleti’nin bir parçası olarak, farklı bir coğrafyada ortaya çıkmış, daha sonra kısa bir süre müstakil devlet olarak var olmuştur. Türk tarihinin genel çerçevesi içindeki yerini belirlerken, Selçuklu Devleti’nin bir kesimi olarak yaklaşık yüz yıl kadar kabul edilmesi gerekmektedir. Hatta daha da önemlisi, Türkiye Selçuklularının ilk yöneticileri, kendilerinin Selçuklu Devleti’nin başında olmaları gerektiğini düşünmüşler ve bu amaçla mücadele etmişlerdir. Onlar Büyük Selçuklu Devleti’nin batı ucuna atılmış olmalarından dolayı nerede ise bir yüzyıl bir kırıklık ve tedirginlik içinde yaşamışlardır.

Türkiye Selçuklu Devleti’nin çekirdeği Selçuk Sübaşı’nın torunlarından Kutalmış bin Aslan evladıdır. Kutalmış, kendisinin en az Alpaslan kadar devletin başına geçmeye hakkı olduğunu düşünüyordu. Bunun için mücadele etti fakat kaybetti. Alpaslan muhtemelen yeğeni saydığı Kutalmış-oğlu Süleyman’ı, Malazgirt Savaşı’na götürdü ve savaş sonrasındaki Diyar-ı Rum’un açılması harekâtında pay sahibi olmasını istedi ve bekledi. Alpaslan, meşru Bizans Devlet Başkanı Romanos Diyogenes ile yaptığı anlaşmaya uymuş olmalıdır. Fakat hem Alpaslan’ın 1072’de ölümü hem de Romanos’un Bizans tahtından indirilmesi ile anlaşma geçersiz sayıldı. Bunun üzerine Türk beyleri, Selçuklu Sultanı Melikşah’ın da izni ile batıya doğru harekete geçtiler. Başlıcaları Artuk, Saltuk, Mengücek ve Denişment Gaziler olan bu beylerle birlikte Kutalmış-oğlu Süleyman Bey de harekete katıldı. Bir kısım Doğu Roma topraklarını zapt ederek kılıç hakkı olarak, yönetimine sahip oldu. Fakat bu toprakların asıl sahibi Selçuklu Devleti’nin başında bulunan Sultan Melikşah ve sonraki sultanlar idi.

Diyar-ı Rum’da, başlangıçtaki kılıç hakkına dayanan yönetimler zaman içinde hâkimiyet kavgasına girişmişlerdir. Özellikle Danişmentlilerle Kutalmış evladının hâkimiyet çekişmesi XII. yüzyılın üççeyrek yüzyılında devam etmiş, nihayet Kutalmış-evladının üstünlüğü ile bitmiştir. Dikkate değer bir nokta, bu zamanın Melikşah’ın oğlu Sencer’in 1157’de ölümü zamanına rastlamasıdır. Yukarıda sözü edilen düşüncelere bağlı kalınsa bile, demek ki, 1157 sonrasında artık Türkiye Selçuklu idaresi de müstakil ve artık tam anlamıyla bir devlettir. Fakat bu idarenin “devlet” sayılması birkaç on yıl geriye de gidebilir. Hakan sayılabilecek Sencer’in 1153’te Oğuzlara esir düşmesinin haberleri, Türkiye’deki Kutalmış-oğullarının rahat hareketlerine ve bağımsızlıklarına kesinlikle imkân hazırlamış olmalıdır.

Kutalmış-oğlu Süleyman, 1071 sonrasında Doğu Anadolu’nun öteki kumandanlar (Artuk, Saltuk, Mengücek ve Danişment) tarafından zapt edilip yönetildiklerini görünce daha batıyı hedef aldı. Sonradan adı İstanbul diye yaygınlaşacak olan Konstantinopolis’e yöneldi. Oraya giderken yol üzerindeki bir büyük merkez Nikea/İznik idi. Orasını aldı (1075) ve ilk yönetimini kurdu (I.). Fakat gözü, babasının gasp edilen hakkını almak olduğundan hep doğuda idi ve o yolda öldü (1086).

Oğullarının da aynı hareketi, yani Çağrı Beğ evladına karşı hareket edeceklerini bilen Melikşah, Süleyman’ın oğullarını sarayında tuttu. Melikşah’ın 1192’de ölümünün ardından meydana gelen çekişmeler arasında Kılıçarslan, Anadolu’ya gelerek yönetime sahip oldu (II.). Selçuklularda Kılıçarslanlar çok olduğundan bu I. Kılıçarslan olarak anılır. Haçlıların gelip İznik’e sahip olmalarından sonra yönetim merkezini içerilere, Konya’ya taşıdı. Ve Konya 1098 sonrasında birkaç yüzyıl (1308’e kadar) devletin payitahtı, yani merkezi oldu.

Kılıçarslan, ülkedeki diğer güçlü beyleri, mesela Çaka Bey ile Tanrıvermiş’i de bertaraf etmişti. O da dedesinin izinde, Selçukluların gerçek varisi olduklarını, Kutalmış ve evladının haklarının alınması gerektiğine inanarak doğuya yöneldi. Mücadeleler sırasında Habur Çayı’nda boğularak öldü (1107). Kardeşi ve oğulları birkaç yıl çeşitli mücadeleler içinde kaldı. Nihayet Melikşah/Şehinşan’ın (1110-1116) (III.) ardından Mesut (IV.), idareye hâkim oldu. Mesut’un zamanı (1116-1155), artık Türkiye Selçukluları idaresinin müstakil bir devlet olarak oluştuğu dönemdir. Çünkü yenilen Sencer Oğuzların elindedir.

Mesut, Konya’ya yönelen Bizans tehlikesini bertaraf ettiği gibi (1146), II. Haçlı Seferi’nin ilk dalgasını, Alman haçlılarını büyük ölçüde yok etti. Fransız haçlılarına da 1147 senesinin başlarında Denizli’nin güneyindeki Kazıkbeli Savaşı’yla önemli bir darbe vurdu. Onların Konya’ya yönelmelerine imkân vermedi. Kendisi de artık Diyar-ı Rum’u yurt kabul ederek, atalarının intikamını almaya gitmedi. Şehirlere yeni camiler yapıldığı gibi, Konya şehrinde de merkezdeki tepede o günün şartlarını karşılayan yepyeni bir cami yapıldı.

Mesut’un oğlu II. Kılıçarslan devri (1155-1192), devletin bütün kurum ve kuruluşlarıyla ortaya çıktığı bir dönemdir (V.) Artık Diyar-ı Rum’daki eski yönetimlerin kılıç hakkı özellikleri kaybolmuş, Büyük Selçuklu merkez idaresi de kalmamıştı. Güçlü Danişmentli Devleti’yle ilişkilerini başarılı bir şekilde yürüttü ve o idareyi de ortadan kaldırdı (1178). Bütün bu arada Bizans ile dost ilişkiler kurmuş, hatta İstanbul’a gitmiştir. Fakat onun güçlenmesi, Konya’daki idarenin gücünün her geçen gün artması, Bizans’ı, Türkleri buralardan atmak üzere son bir hamleye yöneltti. Ancak 1176 Eylülündeki Miryakefolon/Kumdanlı Savaşı’nı yine Kılıçarslan kazandı. Böylece Bizans’ın Diyar-ı Rum=Anadolu topraklarını geri almak ümidi ebediyen kırıldı.

Sınırlarını emniyete alan, idaresini güçlendiren Kılıçarslan, kalabalık (on bir-on iki olduğu söylenir) evladını da yönetime alıştırmak için onları ülkenin belli başlı merkezlerine, oraları babaları adına yönetmek üzere gönderdi. Kendisi Konya’da, âdeta hakan/sultan konumunda olup, evladı birer han/melik durumunda idiler. Böylesine bir uygulama asla ülkeyi oğulları arasında paylaştırmak gibi anlaşılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki Osmanlı sultanları da çocuklarını ülkenin muhtelif şehirlerine yönetici olarak gönderiyorlardı.

Artık yaşlanan (yetmişi aşmış olması gerekir) babalarına karşı çocukları, öteki kardeşlerinden önce babalarının yerine geçmeyi düşünüyorlardı. Asıl önemli olan geleneksel payitaht Konya’da bulunmaktı. Bir ara Melikşah bu mücadelede güçlü oldu (VI.); fakat Kılıçarslan, en küçük oğlu Keyhüsrev’in yanında rahat ediyordu. Nitekim bu sırada vefat etti (1192) ve batı ucu hanı/meliki olan Keyhüsrev, 1192 sonrasında Selçuklu sultanı oldu (VII.).

Gıyaseddin Keyhüsrev, ilk zamanlarda öteki kardeşlerinin tepkisini çekti. Bunlar arasında Rükneddin Süleyman-şah, Tokat yöresinden gelerek öteki kardeşlerini de etkiledi. Kimini zorla kimini büyük ağabey olmanın üstünlüğü ile etkisiz kıldı. Nihayet Konya’ya gelerek küçük kardeşini kuşattı. Mücadele bir hayli uzadı ve aylarca sürdü. Süleyman-şah, başa geçmekte kararlı idi. Konya halkı araya girerek Keyhüsrev’in canına dokunmamak şartıyla iki kardeşin arasını buldu. Keyhüsrev acele ile Konya’dan çıktı ve Süleyman-şah sultan oldu (1196) (VIII.)

Keyhüsrev, bir süre kardeşlerini dolaştı, sonrasında yakından bildiği İstanbul’a gitti. Bir süre sonra da oradaki bir başka yakınının malikânesine geçti. Bu sırada Sultan Süleyman-şah, özellikle Doğu Anadolu olaylarını takip ediyor ve oralarda etkili olmak istiyordu. Fakat yaptığı bir Gürcistan seferi başarısızlıkla sonuçlandı. Süleyman-şah bu yenilginin de etkisiyle 1204 tarihinde vefat etti. Küçük yaştaki oğlu III. Kılıçarslan sultan oldu (IX.). Selçuklu siyaseti doğuda beklenen başarıyı gösteremeyince yüzünü batıya çevirmişti ve bu sırada Isparta yöresi fethedildi.

1204, hem Bizans hem de Selçuklu yönetimi için önemli bir yıldı. Süleyman-şah vefat etmiş; İstanbul’daki dost Bizans idaresi yerini Haçlılara (Latinlere) bırakmıştı. Keyhüsrev de bu arada Bizans’ın Asya topraklarında dostlarının yanında idi. Selçuklu tahtına çocuk yaşta birisinin geçmesine bazı nüfuzlu uç askeri kumandanları duruma tepki gösterdiler. Hemen Keyhüsrev’e haber göndererek şartların uygun olduğunu ve Konya’ya gelip yeniden tahta geçmesini istediler. Keyhüsrev, Anadolu’ya çekilen Bizans idaresiyle müzakere edip onlarla, sonradan vazgeçeceği bir anlaşma ile oradan ayrıldı. Eski meliklik yönetim mıntıkası olan uçlardan topladığı askerle Konya üzerine yürüdü.

Konya halkı, bu defa meşru hükümdar saydıkları III. Kılıçarslan’a bir süre tam anlamıyla sahip çıktılar. Keyhüsrev ile yeğeni arasında çatışma çetin geçti; Konya çevresi bu çatışmadan çok olumsuz etkilenince Konya halkı araya girerek bu defa Kılıçarslan’ın canına dokunmamak şartıyla Konya kapılarını açtılar. Keyhüsrev de ikinci defa Selçuklu tahtına oturdu (1205).

Keyhüsrev, meliklik zamanında Uluborlu’da oturduğundan batı ucunun şartlarını ve buralardaki durumu gayet iyi biliyordu. Nitekim başa geçere geçmez, iktisadi gerekçelerin de etkisiyle Antalya üzerine yürüdü. Şehir kuşatılırken, bir başka Selçuklu gücü Ladik/Denizli yöresinde harekâtı yürüttü ve oradan Antalya’ya destek gelmesine engel oldu. Antalya uzunca bir kuşatma sonrası bir genel hücum ile düştü (05.03.1207). Mübarizeddin Ertokuş, Uluborlu tarafına kadar uzanan geniş bir alanın ilk yöneticisi oldu.

Keyhüsrev, ülkenin güney ve doğu yönlerinde de harekete geçti. Fakat onun asıl yönü vaktiyle kendisine güçlük çıkaran İznik Rum Devleti’ne yönelmek idi. Nitekim ani ve tek yanlı bir kararla ordusunu toplayıp Menderes boylarına yürüdü. Sonradan Yenişehr (-i Aydın) adını alacak olan Antiokhia’yı kuşattı ve ardından Alaşehir’e yöneldi. İznik Devleti başındaki Laskaris onu bu arızalı mıntıkada karşıladı. 11 Haziran 1211’deki savaşta, önceleri galip durumda olan Türk ordusu yağmaya dalınca, yalnız kalan sultan şehit edildi. Ordu da bunun üzerine dağıldı. Keyhüsrev bir ara Alaşehir Müslüman mezarlığında toprağa verildi ve sonra arada barış yapıldıktan sonra naaşı Konya’ya nakledildi.

Selçuklu tahtına (X.) büyük oğlu İzzeddin Keykavus geçti; aynı derecede tahtta hakkı olan Alâeddin Keykubat buna karşı çıktı. Kayseri’deki çekişmede Keykavus üstün geldi; Ankara şehrindeki kuşatmada yine şehir halkı araya giderek iki kardeşin arasında barışı sağladılar ve Alâeddin Keykubat bir kalede mahpus kaldı.

Keykavus ilk iş olarak, yine ticari ve ekonomik gerekçelerle kuzeye, Sinop üzerine yürüdü. Karadeniz kuzeyi ile münasebetlerde önemli bir liman olan Sinop alındı (2 Kasım 1214). Böylece Karadeniz kuzeyi ile ekonomik ilişkiler için önemli bir üs hâline geldi. Keykavus daha sonra güneye, Akdeniz’e yöneldi. Babasının vaktiyle fethettiği Antalya’nın Rum halkı, muhtemelen bir cuma günü Türkler camide iken isyan ettiler ve neticede şehre hâkim oldular. Oraya yürüdü, şehir sıkı bir kuşatma ile alındı (22 Ocak 1216). Şehirde Müslüman/Türk ile Hristiyan kesim arasında, bir sur çekilerek yerli halk tam bir denetim altına alındı.

Keykavus daha sonra doğuya ve güneye yöneldi. Oralarda Ermenilere karşı başarılı olduysa da Memluklara karşı etkili olamadı. Yenilgiyi beylerine çıkarttı ve onları öldürdü. Bunun da yarattığı duygularla hastalandı ve Sivas’ta vefat etti (1120). Ölünce küçük kardeşi Alâeddin Keykubat Selçuklu sultanı oldu (XI.). İzzeddin Keykavus, Selçuklu ülkesinin imarı ve yepyeni bir Türk-İslam ülkesi olmak yolunda önemli imar hareketlerini başlattı. Onun başlattığı yapıların önemli bir kesimine daha sonra kardeşi Alâeddin Keykubat’ın adı verilecektir.

Alâeddin Keykubat (XI. sultan) hem Selçuklu tarihine hem de Türkiye tarihine nam bırakmış bir isimdir. Ağabeyinin başlattığı imar hareketini en iyi şekilde devam ettirmiştir. Gerçi bu arada ağabeyinin yaptırdığı bazı binaların kitabeleri onun adına değiştirilmişse de devrindeki yapılar da çoktur. Çünkü Selçuklu ülkesinin sınırlarında güvenlik vardır; batıda babasının şehit düşmesiyle biten savaş sonundaki anlaşma uyarınca bir sükûnet vardır. Güney sınırları ile doğuda ise Keykubat, askerî ve siyasi üstünlüğünü göstermiştir.

Alâeddin Keykubat çağının bir önemli meselesi Çengiz ordularının önünden kaçan Celaleddin Harezmşah ile Yassıçemen Savaşı’nı kazanmasıdır. Osmanlıların tarihinde de bu savaşın belirli bir yeri vardır. Alâeddin Keykubat, gittikçe büyüyen Selçuklu ülkesi şehirlerini birer sur içine aldırarak onların gerçek şehir olmalarını sağlamıştır. Konya’nın içkale/Alâeddin Tepesi etrafındaki küçük kalesinin çok büyük ölçüde genişletilmesi onun zamanında olmuştur. Aynı şekilde öteki şehirlerin çevrelerine yeni surlar yapılarak Sivas, Kayseri ve özellikle Alaiyye gibi şehirler (mahruse) hâline getirilmiştir.

İç Asya’dan akıp gelen Türk göçleri Keykubat zamanında iyice etkilerini göstermiştir. Çünkü onlar artık şehirlere yerleşmeye başlamışlardır. İlk fethedilen kale-şehirlerin kiliseden çevrilme mabetleri yetmeyince yeni camiler yapılmıştır. Bu camiler sonraki tarihlerde hep Alâeddin Camii diye anılacaklardır. Elbette onların hepsi de Alâeddin Keykubat tarafından yaptırılmış değildi. Ancak onun, mesela on yedi pare şehir yaptırdığı, erken Osmanlı kaynaklarına da yansımıştır.

Alâeddin Keykubat çağının Konya’sı ekonomik bakımdan da güçlüdür. Altın para basımı hayli ilerlemiştir. İpek yolunun getirdiği zenginlik Selçuklu ülkesine de etki etmeye başlamıştır.

Keykubat, batı ucunda Bizans’a karşı devlet olarak bir harekete geçmemiş olmakla birlikte, bağımsız sayılabilecek Türkmen unsurlarının ilerlemelerine de engel olmamıştır (Mesela Kızıl Bey’in).

Keykubat, 1237 senesinde, güneye Memluklar üzerine yürümek niyetinde iken Kayseri’de vefat etti. Öteki kardeşinin veliaht ilan edilmesine karşı olan büyük oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından zehirletildiği de rivayet edilir. Alâeddin Keykubat, Ak ve Karadeniz’e açılan, canlı bir ekonomik hayat yaşamaya başlayan Selçukluların en önemli sultanlarından birisi ve birincisidir.

II. Gıyaseddin Keyhüsrev (XII.), babasının vasiyetine aykırı olarak devlet adamlarının kararıyla güçlü bir devletin başına geçti; fakat ülkedeki iç çalkantılardan etkilendi. Uclardaki, özellikle Bizans sınırındaki sükûnet sebebiyle askerî unsurlarda bir gevşeklik başlamıştı. Refah düzeyinin artması ile askerlik artık Türklerin değil, başka, ücretli unsurların mesleği hâline gelmişti. Önce Babailer isyanı ile ülke içindeki dengeler önemli darbe yedi. Daha sonra ise batıya ilerleyen Çengizli ordularına karşı etkili bir askerî ve siyasi politika oluşturulmadı. Neticede 1243 yılındaki Kösedağ Savaşı ile Selçuklu ordusu ağır bir yenilgiye uğradı. İbn Bibi (TTK Tıpkıbasım, 525) bu sırada Selçuklu ordusunu teşkil eden unsurları şöyle sıralar: “Şâmî, Rumî, Frenk, Gürci, Ucî”. Bunlar arasında halis Türk unsur olarak sadece Uçlular kabul edilebilir. Bu da olağandır; çünkü artık Konya şehrinde de XIII. yüzyıl ortalarında gündelik konuşmada bile Farsça etkili olmuş, bu da Karamanlıların tepkisini çekmiştir.

Keyhüsrev bu muharebeden sonra Menderes boylarına gitti. Orada durumun ne vaziyet alacağını beklerken, babasının imarcı ve şehirci birikiminin etkisiyle, eski Ladik/Laodikeia’dan ayrı bir kale-şehir inşasını gerçekleştirdi. Bu yeni şehir çok geçmeden Toğuzlu/Tonguzlu/Denizli diye adlanacaktır. Baycu ile anlaşma sonrasında Konya’ya döndü; fakat bir süre sonra 1246’da, yirmi beş yaşlarında vefat etti. Bu sırada en büyük oğlu ancak on yaşlarında idi.

İzzeddin Keykavus II (XIII.) babası gibi, vasiyete rağmen bir kısım devlet adamlarının tercihi ile sultan oldu. Fakat diğer kardeşlerinin [Kılıçarslan (XIV.) ve Keykubat (XV.)] de âdeta hakkı korunuyordu. Bu yıllarda, Selçuklu Devleti’nin iç ve dış siyasetinde sadece Kutalmış-oğullarının değil, devlet adamlarının da büyük etkileri olmaya başlamıştı. Vezir Şemseddin Isfahani (ö. 1249) ile başlayan bu durum sonraki yarım yüzyılda kendisini gösterecektir. Nitekim Celaleddin Karatay’ın etkisiyle üç kardeş de sultan (XIV. ve XV.) kabul edilip, 1249’da adlarına sikke de kestirildi. Kardeşler ve onların ardındaki devlet adamları arasındaki çekişmeler devam etti. Bu sırada Türkiye Selçukluları, Çengiz evladından Batu Han’a tabi sayılıyordu ve bu durum Hülagu’nun Ön Asya’ya gelişine kadar devam etti.

Üç kardeşin ortak sultanlığının ardındaki güçlü isim Celaleddin Karatay 1254’te ölünce, kardeşler ve artlarındaki devlet adamları arasında, tek sultan olmak için çekişme arttı. Aynı yıl IV. Kılıçarslan da Kayseri’de, Muineddin Pervane etkisiyle müstakil sultan ilan (XV.) edildi. Fakat aralarındaki savaşı Keykavus kazanınca Çengiz evladının istemediği bir durum ortaya çıktı. Çok geçmeden Baycu askerleri yönelince Keykavus gelenlerle savaştı (1256 ), fakat yenilince önce Antalya ve Denizli dolaylarına, oradan da Bizans’a kaçtı. Bu tarih bir bakıma müstakil Selçuklu/Kutalmış-oğulları idaresinin Çengizli hâkimiyetine girdikleri tarih de kabul edilebilir.

1257’de IV. Kılıçarslan tekrar Selçuklu sultanı oldu. Fakat Baycu’nun geri döndüğünü öğrenen Keykavus, Denizli ve dolaylarının Bizans’a terki karşılığı onlardan yardım alarak yeniden Konya’ya hâkim oldu; Kılıçarslan da önce Tokat’a ardından Erzincan’a çekildi. Bu sırada zaten üçüncü kardeş II. Alâeddin Keykubat, Karakurum yolunda iken Erzurum’da ölmüş, geride iki kardeş kalmıştı. 1259’da Çengizliler Anadolu’da iki kardeşin idaresine karar verdiler; kardeşler bu sırada batıya gelen Hülagu’yu ziyaret ettiler. Kılıçarslan’ın veziri Muineddin Pervane, Keykavus’u bertaraf etmek niyetinde olduğundan bunu sezen Kaykavus 1262’de yeniden Bizans’a gitti. Selçuklu sultanlığında sadece IV. Kılıçarslan kaldı. Fakat o da devleti yeteri kadar çekip çevirecek yaşta değildi ve bütün yönetim Muineddin Pervane’de idi. Bu sırada Keykavus’un veziri olan Sahip Ata Fahreddin Ali de bu fiili duruma uygun davranmıştı.

IV. Kılıçarslan (1262-1266) dönemi, bir bakıma Selçuklu sultanlarının değil, öteki güçlü yöneticilerin etkili olduğu devirdir. Nitekim Sultan biraz büyüyüp devlet işlerinde bağımsız davranmaya başladığında hemen M. Pervane tarafından öldürüldü (1266). Yerine küçük yaştaki oğlu III. Gıyaseddin Keyhüsrev (XVI.) sultan oldu.

III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ilk zamanları, Muineddin Pervane’nin tam tahakkümünde geçti. Memluklarla iyi ilişkiler kuruldu ve davet edilen Baybars, Anadolu’ya gelerek İlhanlı ordusunu Akça-derbent’te yendi. Fakat Pervane’den gelen desteği göremedi ve bazı kargaşalıklar bu zamanda oldu. Abaka Han olayı öğrenince hemen harekete geçtiyse de Baybars çekilmişti; fakat olayların sebebi M. Pervane’nin siyasetiydi ve bundan dolayı o 1277’de öldürüldü. Bundan sonra Sahip Ata’nın dönemi etkilidir ve bu yıllarda 1279’larda Karamanlılar Konya’yı ele geçirip, Selçuklu ailesinden olduğunu iddia ettikleri Cimri’yi sultan yaparak adına para da kestirdiler (1279). Fakat bu kısa sürdü ve sonrasında kargaşa devam etti.

Bu sırada Kırım’a çekilmiş bulunan II. İzzeddin Keykavus’un bir oğlu Gıyaseddin Mesut, Anadolu’ya geçmiş, bazı taraftarlar edinmiş, Tebriz’e de giderek İlhan’dan sultanlık fermanını almıştı (XVII.). 1282-84 arasında bir ortak hükümranlık dönemi vardır. Fakat 1284’te de Gıyaseddin Keyhüsrev öldürüldü.

II. Mesut 1284’ten itibaren tek başına Selçuklu sultanı oldu. Selçuklu geleneklerini de sultandan çok veziri Fahreddin Ali temsil ediyor, gereğini yaptırıyordu. Fakat Fahreddin Ali 1288 yılında ölünce Selçuklu ülkesi, tam anlamıyla İlhanlı etkisine girmiş oldu. 1296’da Mesut da sultanlıktan azledildi. İki sene kadar sonra 1298’de III. Alâeddin Keykubat’ın sultan olduğu ilan edildi (XVIII). Onun dönemi de kısa sürdü. 1302’de yeniden Gıyaseddin Mesut sultan oldu. 1308 yılında, hemen bütün kaynaklar Mesut’un ölümü ile Selçuklu idaresinin, daha doğrusu Kutalmış evladının hâkimiyetinin bittiğini belirtirler. Gerçi tahta III. Keyhüsrev’in oğlu V. Kılıçarslan geçtiyse de onu İlhanlılar tanımadığı gibi başka yerli devlet adamları da itibar etmedi.

Elbette Selçuklu ailesinden bir kısım kişiler sonraki tarihlerde de varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bu ailenin mensupları özellikle erkekler, yeni idareler zamanında bir mesele olmasınlar diye şiddetle takip edilmişlerdir. 1318’de İlhanlıların Selçuklu ailesinin erkeklerini öldürdükleri kaydedilmiştir. Ancak kıyı-köşelerde varlıklarını (Sinop gibi) bir süre daha devam ettirmiş olabilirler. Neticede Selçuklu idaresi XIII. yüzyılın ortalarından itibaren giderek zevale yüz tutmuş, XIV. yüzyıl başlarında ise tamamen bitmiştir.

Netice olarak durum kısaca şöyle özetlenebilir:

I. Büyük Selçuklu Döneminde Türkiye Selçukluları:

a. Büyük Selçuklu Devleti’nin batı kesimi yönetici olarak kabul edilebilecek dönem: XI-XII. yüzyılın ilk yarısı

b. Türkiye Selçuklu Devleti Dönemi: 1150-1250

c. Batu Han ve İlhanlı egemenliğindeki Selçuklu idaresi: 1250-1308/1318?

II. Yönetici/Sultan olan Kutalmış evladı; bağımsız veya ortak:

1. Süleyman-şah (I): 1075-1086

2. Kılıçarslan (I): 1092-1107

3. Melikşah/Şehinşah: 1110-1116

4. Mesut (I): 1116-1155

5. Kılıçarslan (II): 1155-1192

6. Melikşah[?]: 1190-1191?

7. Keyhüsrev (I): 1192-1196, 1205-1211

8. Süleyman-şah (II): 1196-1204

9. Kılıçarslan (III): 1204-1205

10. Keykavus (I): 1211-1220

11. Keykubat (I): 1220-1237

12. Keyhüsrev (II): 1237-1246

13. Keykavus (II): 1246-1262

14. Kılıçarslan (IV): 1246-1266

15. Keykubat (II): 1246-1254

16. Keyhüsrev (III): 1266-1284

17. Mesut (II): 1282-1296; 1302-1308

18. Keykubat (III): 1298-1302

19. (Kılıçarslan V)[?]: (1308-1318)

Türkiye Selçukluları Devleti’nin, Türk tarihinde apayrı bir yeri vardır. Çünkü bu idare, yeni bir coğrafya, Diyar-ı Rum’un bir İslam ve Türk ülkesi, Türkiye olmasını sağlamışlardır. Bu coğrafyada yaptıkları kalıcı yapılar, cami, mescit, mektep, medrese, kervansaray ve hamamlar ile ülkeyi tamamen değiştirmişlerdir. Bir “Uc”, yani savaş alanı olduğundan Asya içlerinden gelen Türklerin bir gaza mekânı olmuş, buraya dolmuşlardır. Zaten Roma çağına göre nüfusu gerileyen bu topraklardaki imkânları en iyi şekilde değerlendirmişler, çok kısa bir süre içinde şehirleri dahi Türk kılmışlardır. İkonium artık bir Türk-İslam şehri olan Konya olmuş, yepyeni şehirler kurulmuştur (Aksaray, Denizli gibi). Önemli bir gerçek de kale içerisindeki Bizans Dönemi şehirleri artık surlar dışına taşarak genişlemişlerdir. Şehirlerin bu genişleyen yeni yerleşim alanlarına Türkmenler de yerleşeceklerdir. Böylece Türkiye Selçukluları, kır-şehir dengesini oluşturmuş, Asya içlerinden akıp gelen ülkelerarası ticaret sebebiyle de oldukça zenginleşmiştir.

Sonuç olarak kısaca denilebilir ki; Konya merkezli Türkiye Selçuklu Devleti, Türk tarihinin parlak ve şerefli bir dönemi, üzerinde yaşadığımız toprakları Türk ve Müslüman kılan bir yönetimdir.

Türkiye (Anadolu) Selçuklu Devleti Haritası

TUNCER BAYKARA

BİBLİYOGRAFYA

  • İbn Bibi, el-Evamir, 1956; 1996; Yazıcızade Tarihi, 2009; Aksarayi, Müsameretü’l-ahbar, 1943; 2000; Niğdeli Kadı Ahmed, ts.; Anonim Selçukname, 1952; Ahmed b. Mahmud, 1977; Müneccimbaşı, Camiu’d-düvel, 2001; Eflaki, 1959, I; 1961, II; Gölpınarlı, 1958; Elvan Çelebi, 1995; Artuk-Artuk, 1971, I; 1974, II; Khoniates, 1995; Ostrogorsky, 1981; Runciman, 2008, I-III; Le Strange, 1905; Loytved, 1907; Konyalı, Konya Tarihi, 1964; Akyurt, ts.; Vryonis Jr, 1971; Anadolu’da Türkler, 1996; Uzunçarşılı, Beylikler, 1969; Yinanç, 1944; Kafesoğlu, 1953; a.mlf., 1981; Turan, 1971; a.mlf., 1954; a.mlf., 1958; a.mlf., 1972; Köymen, 1962; Sümer, 1969; a.mlf., 2009; Akdağ, 1977; Merçil-Sevim, 1995; Sevim, 2002a; a.mlf., 2002b; a.mlf., 2002c; a.mlf., 2010; a.mlf., 2002d; Kaymaz, 1970; Baykara, 1998; a.mlf., 2000; a.mlf., 1996; Bayram, 2005; Ocak, 1980; Özaydın, 2002; Demirkent, 1996; a.mlf., 2002; Kesik, 2003; a.mlf., 2004b; Kaya, 2006; Kaya, 2010; Koca, 1997. TUNCER BAYKARA