BEYŞEHİR

II. TARİHİ İlk Çağda Beyşehir

Konya’nın 90 km güneyinde yer alan Beyşehir, Orta Torosların kuzeyinde, Beyşehir ve Suğla göllerinin oluşturduğu 50 km genişliğinde ve 150 km uzunluğundaki bir oluğun merkezinde yer alır. Havzanın güneyi Gidengelmez, Küpe, Anamas ve Dedegöl dağları; kuzeyi ise Erenler ve Sultan dağları ile kuşatılmıştır. Günümüzde bu alanda Konya iline bağlı Beyşehir, Derebucak, Höyük, Seydişehir, Yalıhüyük, Ahırlı ilçeleri; bu alanın batı kenarında ise Isparta’nın Şarkîkaraağaç ve Gelendost ilçeleri yer almaktadır.

Antik çağda ise bu ilçelerin kapladığı alan, Pisidia, Isauria, Lykaonia ve Pamphilia bölgelerinin içindeydi. Beyşehir ilçesinin kapladığı alan ise büyük oranda Pisidya toprakları ile Lykaonia’ın kesiştiği Orondeis alt bölgesi içinde idi.

Antik dönemde Beyşehir Gölü’ne “Karalis” denilmesinden dolayı, özellikle XIX. yüzyıldan itibaren bölgeye gelen gezgin ve araştırmacılar Beyşehir’in antik isminin de Karallia olduğunu düşünmüşlerdir. Ancak Ramsay, bu ismin Kıreli’nin eski adı olabileceğini önermiştir. Ayrıca O, Strabon’dan esinlenerek, Gorgorome (Gurgurum-Gökçimen)’den başka Karallia ve Lyrbe’nin Homonad kentlerinden olduğunu söylemektedir.

Parlais (Barla) de bu halkı kontrol için, Agustus tarafından onların bölgesi içinde kurulmuş bir kolonidir. Beyşehir için tartışılan bir diğer isim de Misthia (Fasıllar) olmuştur. Lykaonia ile Pisidia Beyşehir Gölü’nün kuzey doğusunda Orondeis arazisini ikiye ayırmaktaydı. Burada bir de Pappa (Yunuslar) diye bir kent bulunmaktaydı. Pappa, Pisidia kenti iken Misthia, Lykaonia kenti idi. Bu alan Gorgome ile Barlais arasında bir bölge olmasından dolayı zaman zaman Homanad halkının da karıştığı bir yer olmalıdır.

Misthia 812 yılında Araplar tarafından işgal edilmiş ve 900 yılında VI. Leon’un saltanatı sırasında Müslümanlar Anadolu themasını ele geçirerek Misthia Kalesi’ni kuşatmışlardır. Ancak Nicephorus Phokas’ın Kilikia’ya (Çukurova) yaptığı seferi duyunca geri çekilmişlerdir.

Bizans Döneminde Beyşehir Gölü’nün ismi Pusgusa’dır.

Bereketli toprakların yer aldığı Beyşehir çevresi Paleolitik Çağdan itibaren insanların uğrak yerlerinden olmuştur. Özellikle, Antalya Mağaralar Bölgesi’nde, Paleolitik Çağın sonlarında yerleşen insanlar, Beyşehir çevresinden, Aksaray Hasandağı obsidiyen yataklarına bu bölgeden ulaşmışlardır. Suğla yakınlarındaki Kürtün İni’nde 1960’lı yıllarda J. Bordaz ve arkadaşları tarafından Paleolitik yerleşme izleri tespit edilmiştir. Konya-Karaman arasındaki Hotamış Gölü (şimdilerde kurumuştur) kıyısındaki Pınarbaşı yerleşmesi de bu dönemle ilişkili bir yerleşmedir (MÖ X. binler).

Paleolitik Çağda pek belirgin olmayan yerleşmeleri Neolitik Çağda hızlı bir artış göstermiştir. Neolitik Çağın erken evresi olan henüz insanların çanak çömlek yapımını bilmediği, bu yüzden de “çanak-çömleksiz” anlamında “Akeramik” adını verdiği MÖ VIII. binlerde, Anadolu insanı, toplayıcılık ve avcılıktan üretimciliğe başlamıştır.

Beyşehir ve çevresinde bu döneme ait önemli yerleşmeler oldukça fazladır. Bunların başında Erbaba ve Suberde gibi kazılar yapılan yerleşimler gelir. Ancak 1900 yıllarından itibaren bölgede yapılan araştırmalarla dikkati çeken Neolitik yerleşmelerin bazıları da şunlardır: Beyşehir’e ait Çukurkent, Alan, Kaşaklı (Yeşildağ), Yılan, Topraktol, Çem Çem, Bektemür ve Beyşehir “C”; Seydişehir’e ait olan Seydişehir Höyük, Seydişehir-Kanal H., Gökhüyük; Bozkır’a ait olan Balıklava’dır.

Bölgenin Neolitik Çağda Konya Ovası ile ilişkilerinin yanında güneyde Mersin; güneybatıda Antalya ve batıda Göller Bölgesi kültürleri ilişkileri görülmektedir (Mellaart 1961, 160-172).

Erbaba Kazısı: Günümüzde Erbaba Höyük, Beyşehir’in 10 km kuzeybatısında, Isparta karayolunun doğusundaki BEYTEKS Tesisleri içinde kalmıştır. Burası doğal bir tepe üzerinde 80 m çapındadır.

Höyük, 1963 yılında R. Solecki tarafından keşfedilmiş ve 1969, 1971, 1974 ve 1977 yıllarında J. Bordaz tarafından kazılar yapılmıştır. Höyükte dört kültür tabakası tespit edilmiş ve burada Neolitik Dönemden başka bir yerleşmenin olmadığı anlaşılmıştır. Ancak yüzeyde Hacılar türü çanak çömlek bulunmuştur (Bordaz, 1969, 43-76).

Erbaba buluntularından hareketle Bordaz, Erbaba’nın üst tabakalarını Hacılar IX-VII.; alt tabakalarını ise Çatalhöyük’ün VIII-VI. tabakaları ile karşılaştırmakta ve bu ilişkilerden yola çıkarak Erbaba’yı Çatalhöyük’ün VI. tabakası ile Hacılar’ın IX. tabakası arasına yerleştirmektedir. Alt tabakadan alınan ve analiz yapılabilecek özelliklere sahip olan tek 14 C analiz örneği (düzeltilmemiş), MÖ 5.780±120 tarihini vermektedir.

Bu yerleşmenin I. tabakası 60-100 cm, II. tabakası 80 cm, III. tabakası 100-550 cm derinlikte kültür tabakaları iken; IV. tabakası ise kültür materyalleri vermeyen (steril) tabakadır. En çok buluntu veren III. tabakadır.

Üstten itibaren I. tabakada iyi korunmuş mimari yapı kompleksleri görülür. Tahribattan geriye kalan oda duvarlarının yüksekliği 100 cm kadardır. Bu duvarların genişliği ise 60 cm’dir. Temelleri kireç taşı iri blok taşlarla yapılmış; üst kısmı ise taş blokların çamur harç yardımıyla tutturulmasıyla inşa edilmiştir.

Hücre planlı dörtgen odalı evler; kuzeydoğuya yönelik şekilde yan yana sıralanmışlardır. Küçük odalı evlerin tavanlarının daha iyi taşınması için payandalar yapılmıştır. Odaların bir kısmının tabanları gri sıvalıdır. III. tabakada ise kırmızı renkli sıvalar da kullanılmıştır. Odaların bir kısmında kapı açıklığının olmaması burada da Çatalhöyük’te olduğu gibi çatıdan giriş çıkışların olduğu düşüncesini uyandırmaktadırlar.

Çanak-çömlek parçaları üzerinde yapılan analizler sonucunda iki türlü keramik malzeme grubu olduğu anlaşılmıştır. Bordaz tarafından içinde salyangoz/sümüklü böcek gibi böceklerin karıştırılmış olmasından “Gastropodlu mallar” olarak isimlendirilen çanak-çömlek parçaları birinci grubu oluşturur. Bu gruptaki keramik kaplar kırmızı, kahve ve sarımsı gri renkli yüzey renklerine sahip ve açkılıdırlar. Form olarak ise dar ağızlı biçimler çoğunlukta olup; düz dipli, dik ağızlı, ay biçimli tutamaklı kâse formları da mevcuttur.

İkinci grup çanak-çömlekler ise alt tabakalarda bulunmuştur. Bu tür çanak çömlek parçalarında ise hamur katkısında kum, mika ve ince taşçık görülmüştür. Yine bu çanak çömlekler de açkılıdır. Yüzey renklerinde kahve ve siyah yoğunluktadır. Çanak-çömlek formlarında tutamakları dışında fazla farklılık gözlenmemiştir. Bu tutamaklar dikey ip deliklidir.

Erbaba’da pişmiş topraktan yapılan az sayıda insan heykelciği bulunmuştur. Bunlardan bir tanesi 2 cm yüksekliğinde bir kadın heykelciğidir. Bir diğeri ise oturur durumda sergilenmiş olan erkek heykelciğidir. Ayrıca bir gerdanlık olarak yapılmış, silindirik başlı, sakallı betimlenmiş insan başına benzeyen bir başka nesne bulunmuştur.

Erbaba’da çakmak taşı ve obsidiyen aletler de bulunmuştur. Erbabalılar çakmaktaşını Anamas Dağlarından obsidiyeni ise Aksaray-Hasandağı civarından getirmiş olmalıdırlar. Çakmaktaşı kazıyıcı ve ağır taş aletlerin yapımında; obsidiyen ise dilgi ve yonga aletlerin yapımında kullanılmış olmalıdır.

Sürtme taş aletlerin çoğunluğunu öğütme taşları oluşturmaktadır. El vurgu taşları, tokmaklar, perdah taşları ve ufak küreler diğer taş aletlerdir.

Erbaba’da çok sayıda kemik aletler bulunmuştur. Bunlar arasında biz, dikiş iğnesi, spatulalar, kaşıklar, boynuz saplar, delikli çengel ve kemer tokaları vardır.

Mezar bulunmamakla birlikte, III. tabakada dağınık insan kemikleri bulunmuştur.

Erbaba’da bulunan hayvan kemiklerinden; sığır, koyun ve keçi gibi hayvanların evcilleştirildiği anlaşılmaktadır.

Ayrıca burada bulunan, az sayıdaki yenmiş hayvan kemiğinden; domuz, geyik, kuş ve balık gibi hayvanların avlanıldığı tespit edilmiştir.

Buradaki karbonlaşmış buluntularından Emmer, Einkorn buğdayları ile sert buğday, mercimek, bezelye ve burçak gibi yiyeceklerin tarıma alındığı görülmektedir.

Bu sebeple, Erbaba’nın bitki üreticiliği Çatalhöyük’le aynı düzeyde görülmektedir (Esin, 1981, 59-63).

Sonuç olarak, 5000 m2lik Erbaba’nın çağına göre büyük bir köy yerleşmesi olduğu sanılmaktadır.

Kalkolitik Çağ (Bakırtaş Çağı, MÖ 5600-3000): Kalkolitik (Bakırtaş) Çağında insanoğlu, taştan yapılmış eşyaların yanında madenden yapılanları da kullanmaya başlamıştır. Bu dönem, Anadolu’da MÖ5600 yıllarında başlayıp MÖ 3000 yıllarında son bulmaktadır.

Kalkolitik Çağın erken evresinde Anadolu’nun güneyinde üç önemli kültür bölgesi bulunur: Batı Çatalhöyük’ün temsil ettiği Konya Ovası, Mersin çevresinde Yumuktepe XXIV-XX tabakaların temsil ettiği Kilikia ve güneybatı Anadolu’da Erken Hacılar’ın temsil ettiği Göller Bölgesi kültürleri. 1952 yılından itibaren yapılan yüzey araştırmaları ve kazıların ortaya koyduğu gibi (Bittel, 1953, 313; Mellaart, 1959, 31-33; 1971, 317; French, 1965, 186; Bahar, 1991, 59-60) Suğla-Beyşehir Havzası sözü edilen kültürlerin buluştuğu bir kavşak noktasıdır.

Beyşehir ilçesinde Bektemür Höyük, Burun Höyük, Eflatunpınar Höyük, Homa Höyük, Kaşaklı Höyük ve Topraktol Höyük, bölgenin kalkolitik çağ yerleşimleridir.

Tunç Çağları (MÖ 3000-MÖ 1200): Belli oranlarda bakır ve kalayın karıştırılmasıyla elde edilen madene tunç adı verilmiştir. Bu elde edilen maden türünde yapılan eşyalar daha önceki bakırdan yapılan eşyalardan daha dayanaklı ve uzun ömürlü olmuşlardır. Zengin bakır yataklarına sahip olan Anadolu’da hızla bir kentleşme görülür. Güçlenen kentlerin çevresinde egemenlik kurarak, beylikler oluşturduğu ve dışarıdan gelen tehditlere karşı zaman zaman kent koalisyonları oluşturdukları Mezopotamya kaynaklarından öğrenilmektedir (H. G. Güterbock, ZA 42-44; Goetze, 1957, 64-66; Akurgal, 1988, 43-44).

Tunç Çağları, Erken (MÖ 3000-MÖ 2000), Orta (MÖ 2000-MÖ1500) ve Geç (MÖ 1500-1200) olmak üzere üçe ayrılır.

MÖ. 3000-MÖ 2000 yılları arasında henüz Anadolu’da yazılı belgeler bulunmadığından Erken Tunç Çağı, tarihöncesi dönemler içine dâhil edilmektedir.

Bu dönemle ilgili Beyşehir’de Bektemür Höyük, Beyşehir Höyük A, Beyşehir Höyük C, Burun Höyük, Eflatunpınar Höyük, Homa Höyük, İsaköy Höyük I, Karahisar Höyük, Kaşaklı Höyük, Kuşluca Höyük, Homa Höyük, Toprak Tol Höyük, Yakaemir Höyük, Gündoğdu Höyük, Görünmez Höyük, Yassıviran Höyük, Gölkaşı Höyük, Karakurum Höyük yerleşimleri tespit edilmiştir.

Erken Tunç Çağında bölgenin, Orta, Batı ve Güney Anadolu kültürleri ile yakın ilişkisi görülmektedir.

Orta Tunç Çağı Anadolu’da tarihî çağların başladığı bir dönemdir. Anadolu’da yazının kullanımı, Asurlu tüccarların Anadolu’ya getirdikleri kil tabletlerle ortaya çıktığından bu döneme “Assur Ticaret Kolonileri Çağı” (MÖ 1950-1700) da denir.

Araştırmalara göre, bölgede, dönemin en önemli yerleşmesi Konya Karahöyüktür. Burası Orta Anadolu’nun güneyinde en önemli siyasal ve ekonomik merkez idi (Bahar, 2004, 20-23).

Beyşehir çevresinde bu döneme ait Eflatun, Bayat, Çavuş, Görünmez ve Ortakaraviran yerleşmelerinde çanak çömlek buluntuları tespit edilmiştir.

Assur Ticaret Kolonileri Çağını izleyen Hititler Döneminde (MÖ 1700-1200) bölgedeki su anıtları dikkat çekicidir. Beyşehir-Eflatunpınar, Beyşehir-Fasıllar; Konya-Hatıp-Kurunta; Ilgın-Yalburt ve Kadınhanı-Köylütolu gibi anıtların bölgede yoğunlaşması, Hititler Döneminde bölgenin önemine işaret etmektedir.

Bölgeye Hititler “Tarhuntaşşa” diyorlardı. Bu isim Luvice idi. MÖ III. binden itibaren bölgede Luvi kökenli halklar oturmaktaydı.

1986 yılında Boğazköy’de bulunan bronz tablette Tarhuntaşşa’nın sınırları üzerinde durulmaktadır (Otten, 1988). Bu metne göre bu sınırlar günümüzde şu şekildedir. Batıda Antalya’nın Aksu (Hit. Parha; Gr. Perge), doğuda Mersin’in Limonlu Çayı (Gr. Lamos, Hit. Lamiya); kuzeyde Konya (Luvice İkkuvaniya, Gr. Ikenion) ve güneyde Akdeniz arasında yer almaktadır (Bahar, 1996a; a.mlf., 1996b, 22-26).

Beyşehir’e ait Fasıllar ve Eflatunpınar Hitit su anıtları Konya-Hatıp’taki Kurunta Anıtı gibi Hitit Kralı Kurunta tarafından yapılmış anıtlardır (Temizer, 1984, 53-57, XLIV-XLVI; Özgüç, 1988, 172-174, çizim 61-63; Hawkins, 1992, 259-277; 1998, 1-33). Kuşkusuz su için yapılan bu anıtlar önemli yolların güzergâhında idi. Hatıp’taki Kurunta Anıtı, Erengirit Dağı çevresinden Yazdamı üzerinde Fasıllar’a, Fasıllar’dan da Üzümlü çevresinden Manavgat-Alanya çevresine uzanan yol güzergâhında idi. Hatıp-Kızılviran-Yenidoğan-Sadıkhacı üzerinden Eflatunpınar üzerinden Çavuş-Gelendost-Yalvaç yol hattı ise güneybatı Anadolu’ya uzanmaktaydı.

Kuşkusuz bu dikey hatları kesen yatay olarak da Fasıllar, Eflatunpınar, Köylütolu ve Yalburt’a uzanan güzergâhlar olmalıdır. Bunlardan biri, Höyük-Doğanhisar iken diğeri de Yunuslar Çiğil-Ilgın tabii yol hattı olmalıydı.

Bu dönemle ilgili olarak Ortakaraviran H., Seydişehir H., Seydişehir II. H., Çavuş H., Kızılören, Derbent, A. Çiğil Öziçi, Ilgın Saraycık H., Ilgın H., Sadıkhacı-Bayat Höyük* gibi yerleşmeler (Bahar-Koçak, 2004) sözünü ettiğimiz yol bağlantılarının varlığına işaret edecek durumdadır.

Demir Çağı (MÖ 1200-MÖ 546)

Geç Hitit Çağı: MÖ 1200 yıllarında gerçekleşen Ege Göçleri sonucunda Hitit Devleti yıkılmıştır. Bu dönemden, MÖ VIII. yüzyılda Frig Devleti’nin kuruluşuna kadar geçen, yaklaşık 400 yıllık dönem, Anadolu’da “Karanlık Çağ” olarak değerlendirilmektedir. Bu dönemin sonunda yerel özelliklerle birlikte güneyde ve Güneydoğu Anadolu’da MÖ X-VIII. yüzyıllar arasında kuzey Suriye’nin de etkilediği devletçikler kurulur.

MÖ VIII-VII. yüzyıllara gelindiğinde, Suğla ve Beyşehir gölleri çevresindeki kültürler ve özellikle, Höyük’teki Çavuş Kale ve Seydişehir II’de bulunan materyaller, bölgenin doğu ile batı arasındaki kültürel ilişkilerini yansıtmaktadır. Bu dönemde Anadolu’nun orta kesiminde Sakarya kıyısında başkenti Gordion olan Frig Devleti (MÖ VIII-MÖ VII. yy.) vardır.

Frig Çağı (MÖ 735-679): Friglerin zaman zaman Beyşehir çevresine kadar güneydoğu sınırlarının uzandığını düşünmekteyiz. Zira yeni Asur belgelerinde Frig Kralı Midas, bazen Asur’a bağlı Que (Çukurova) kalelere saldırılar yapmaktadır. Kimi zaman bu saldırıları Urartu ve Tabal krallarından oluşan bir koalisyon içindedir. Asur Kralı Sargon’la MÖ 719-712 yıllarında üç kez, Harrua’da (Silifke yakınları) karşılaşan Midas, anlaşılan Göksu’ya kadar bölgeye egemendi. Bölgedeki siyasal durum bu şekilde seyrederken sosyo-kültürel durum ise şu şekildedir.

Ege göçleri ile batıdan gelen halklar içinde geldikleri düşünülen Trak kökenli olduğu kabul edilen Friglerin Asur belgelerinde adlarından Muşki olarak söz edilen halklar oldukları düşünülmektedir (Sevin, 1988, 51-65). Bazı tarihçiler ise Muşkiler ile Frigleri ayrı kavimler olarak değerlendirmişlerdir. Midas (Asurca Mita) iki halk kesiminden olan bir konfederasyonun kralıdır. Bu Frig (merkezi Gordion olan çizgisel hayvan motifli çanak çömlek kültürleri) ve Muşki (merkezi Alişar IV olan gölge görüntülü hayvan motifli çanak çömlek kültürleri) kültürlerinin kesişme noktası Konya çevresidir. Beyşehir ve çevresinde bu türden iki kültür izlerini tespit ederken Luvi keramiği diyebileceğimiz gri renkli yerel Orta Anadolu kökenli çanak çömlek kültürleri de tespit edilmiştir (Bahar, 1999a; a.mlf., 1999b ). Diğer taraftan Toroslarda görülen basamaklı atlar, Afyon-Kütahya-Eskişehir çevresinde görülen Frig anıtlarının etkisi ile yapılmış bir gelenektir. Bu türden basamaklı yapılar, Roma Dönemi olmakla birlikte, tarafımızdan Yeşildağ çevresinde de tespit edilmiştir.

Lidya Dönemi (MÖ 679-MÖ 546): Bu dönemden sonra batıda Friglerin rolünü Lidyalılar; doğuda ise Asurlular ve Kimmerlerin rolünü bir süre İskitler, Medler ve Babilliler almıştır. İskitler, Anadolu’da kısa bir süre içinde eriyip yok olmuşlar; Medler ise bir süre Lidyalılarla mücadele etmişler; ancak Persler tarafından yok edilmişlerdir. Perslerin Babil’i ele geçirmesine kadar; güneyde Toroslar Lidyalılarla Babilliler arasında sınır teşkil etmiştir. Bu dönemde Suğla ve Beyşehir gölleri çevresi Babillilerin “Ludu” olarak adlandırdıkları (Wiseman, 1961, 77) Lidya topraklarına aitti.

Bölge, Lidyalılardan sonra Pers yönetimine geçmiştir (MÖ 546-330).

Pers Dönemi (MÖ 546-331): MÖ 546 yılında Persler Lidya’nın başkenti Sardes’ı ele geçirince, Anadolu’da diğer imparatorluk toprakları gibi satraplıklarla (valilik) yönetildi. Ancak bu satraplıkların, özellikle Isauria’da Thuys’un isyanında (MÖ 380’ler) olduğu gibi, dağlık kesimlerinde tam bir otorite kurulamadığı anlaşılmaktadır (Shaw, XXXIII, 2: 210-218; Bahar, 1995, 229-237).

Bölgenin Frig, Lidya ve Pers dönemleri ile ilgili maddi kültür kalıntılarını tespit etmek oldukça güçtür. Ancak, Konya-Beyşehir arasındaki Balkayalar’da yer alan kale ve doğu yüzündeki kaya kapı şeklindeki ve kalenin zirvesindeki basamak sunaklar; Amblada’daki kaya basamakları, Kaşaklı’nın doğusunda İbrim Kalesi’nin doğusundaki ve Kaya mevkiindeki basamaklı sunaklar bu dönemi; daha sonraki Helenistik-Roma dönemlerine bağlayan kültürel geçişlerdir.

Helen (MÖ 330-30) ve Roma (MÖ 30-MS 330) Dönemleri: Büyük İskender’in MÖ 334 yılında Çanakkale Boğazı (Hellespontos)’dan Anadolu’ya geçip Granikos (Bigaçayı) ve İssos’da (Deliçay, Pinaros) Persleri yenmesiyle (MÖ 333), Anadolu’nun büyük bir kesimi Makedonyalılara geçmişti. Büyük İskender Doğu Akdeniz, Mısır, İran, Orta Asya ve Hindistan’a ulaşan seferleri dönüşünde, MÖ 323 yılında Babil’de ölünce, ülke generalleri arasında paylaşıldı (Arrianus, Anabasis, I: 11-26; Mansel, 1971, 458-472; Özsait, 1985, 5; Bahar, 1995, 235).

Ege’den Hindistan’a kadar uzanan toprakların Selevkoslara düşmesinden dolayı Suğla ve Beyşehir gölleri çevresinin de bu krallık içinde yer aldığı görülmektedir. Ancak bu bölgede tümüyle bir kontrolün olduğunu düşünmek zordur. Zira daha Büyük İskender zamanında Laranda ve Isauria halklarının isyan etmelerinden dolayı MÖ 322 yılında bölgeye Perdikkas’ın bir sefer düzenlediği bilinmektedir.

Anadolu’da, Helenistik krallıklar arasındaki mücadeleler yüzyılı aşkın sürdü. Bunu fırsat bilen Roma, taraflar arasına girerek, Anadolu’ya girme ve yerleşme imkânı buldu. MÖ 190 yılında Anadolu’ya geçen Roma birlikleri, Bergama Kralı II. Eumenes’in birlikleri ile Magnesia’da birleştiler ve burada Selevkosları yenilgiye uğrattılar.

MÖ 188 yılında Apemeia’da yapılan barış antlaşmasına göre, Selevkos Kralı III. Antiokhos’un orduları, Toroslara ve Kızılırmak’a kadar Anadolu’nun batısında kalan topraklarını terk ederek, bölgenin batısını Bergamalılara bıraktı. Bu antlaşmadan yaklaşık elli yıl sonra da Bergama Kralı III. Attalos ölüm döşeğinde iken, bir vasiyetiyle bütün Bergama topraklarını Roma’ya bıraktı. Bu olaydan sonra Roma, birkaç yıllık hazırlık yapıp, MÖ 129 yılında Bergama topraklarında, Asya Eyaleti’ni (Provencia Asia) kurdu.

Çeyrek asır sonra, Anadolu’nun güneyinde korsan faaliyetlerinin artması üzerine Roma, MÖ 102 yılında Likya, Pamphilia, Pisidia ve Phrygia’nın bir bölümünü de içine alan Kilikia Eyaleti’ni (Provencia Cilicia) kurdu.

MÖ 78-74 yıllarında Cilicia prokonsülü olan Publius Sevilius Vatia, Pamphilia’da Attalia (Antalya), Pisidya’da Orondoeis’i ve Isauria’yı ele geçirdi. Bu yüzden kendisine İsauricus unvanı verilmiştir. Beyşehir ve çevresinin, Roma egemenliğine bu sırada geçirildiği söylenebilir.

Bölgenin MÖ 51-50 yıllarında Cilicia valisi olan Cicero, bölgedeki tiranlarla antlaşmalar yaparak, Roma hâkimiyetini pekiştirmeye çalışmıştır. Daha sonraki imparatorluk döneminde de Roma bölgeyi aynı yöntemle yönetmeye çalışmıştır.

Nitekim Octavianius, MÖ 31 yılında Antonius’la yaptığı Actium Savaşı’nda; kendisinin yanında yer alan Amyntas’a Galatia’yı bırakmıştır. Fakat MÖ 27 yılında Amyntas’ın Homonadlara yenilerek öldürülmesi üzerine, bölge, Amyntas’ın çocuklarına bırakılmak yerine, Roma eyaleti haline dönüştürülmüştür. Ancak, Augustus, Amyntas’ın öldürülmesinin intikamını almak ve bölgedeki korsan hareketlerini engellemek için, bölgede Antiochia (Yalvaç) ve Lystra (Hatunsaray) kolonilerini kurdu. Bu koloniler arasındaki ulaşım ağını sağlamlaştırmak için “Via Sebaste” adı verilen yol ağını kurdu.

“Via Sebaste”; doğu-batı yönünde Eğirdir, Beyşehir ve Suğla havzasından doğuya doğru uzanır. Bu yol, batıda Pisidia Antiochia (Yalvaç)’tan başlayıp, Neapolis (Şarkîkaraağaç), Misthia (Fasıllar?) ve Amblada’ya uğrayıp; Isauria Palaia (Zengibar)’ya ulaşmaktaydı. Bölgede bulunan mil taşları ve bazı yerlerdeki döşeme yol izleri bu güzergâhı günümüzde takip etmemizi sağlayacak durumdadır.

Bu yolun kuzeydoğuya yönelen kolu Neapolis (Şarkîkaraağaç), Pappa Tiberiopolis (Yunuslar), İkonion (Konya), Lystra (Hatunsaray); güneye uzanan kolu ise Neapolis, Misthia (Fasıllar-Kaledağı), Karalia (Beyşehir) ve Side’ye ulaşıyordu. Sonuncu güzergâh olan Side yolu ise, Derebucak’ta yer alan, Döşeme Yolu’ndan geçmelidir. 3,5-4 m genişliğinde büyük taş bloklarla yapılmış Derebucak yolu; Büyük Gölcük ve Küçük Gölcük yaylalarını aşarak Torosların güneyine Side çevresine geçişi sağlamaktaydı.

Bölgede Suğla-Konya Ovası’nı bağlayan noktada Akkisse’deki Akkilise, Fasıllar, Zekeriya (Taşlıpınar) Kalesi, Kaşaklı’nın doğusunda İbrim Kale ve batısındaki Bayındır Kalesi, Dumanlıyeniköy Kalesi Arvana (Çatmakaya), Höyük-Çavuş Kaleleri; Derebucak Öreniçi ve Döşeme Yolu gibi kalıntılar, Helenistik Dönemden Roma Dönemine geçiş kültürlerini yansıtmaktadırlar.

Eflatunpınar Hitit Anıtı
Çukurkent Taşeserleri
Lahit detayı (Beyşehir)
Fasıllar Lukuyanus Anıt
Antik kabartmalar (Beyşehir)

HASAN BAHAR

BİBLİYOGRAFYA

  • Swoboda-Keil-Knoll, 1935; Calder-Bean, 1958; Ramsay, 1960; Ten Cate, 1961; Wiseman, 1961; Özsait, 1980; a.mlf., 1985; Esin, 1981; Akşit, 1983; Bahar, 1999a; a.mlf.-Koçak, 2004; Strabon, 2005; AS, 1951; AST, 1983; Bahar, 1996a, 2-8; a.mlf., 1998, 105-120; a.mlf., 1999a; a. mlf, 1999b, 1-10; a.mlf., 2001, 187-204; a.mlf., 2006a; a.mlf., 2006b, 252-268; Barnett, 1967; Börker-Klähn, 1993, 339-355; Bordaz, 1968, 43-71; a.mlf., 1969, 59-64; CAH; Çokbanker, 1974, 31-39; Fiorella, 1992, 305-322; Hall, 1968b, 60-82; Mellaart, 1962a, 111-117; Özkan, 1990, 83-590; Soleckı, 1964, 129-148.