ALÂEDDİN CAMİİ

Türkiye Selçuklu Dönemi eseri.

Konya şehir merkezindeki “Alâeddin Tepesi” denilen ve şehrin iç kalesini oluşturan höyüğün kuzey-doğu yamacında yer alan eser avlusundaki iki türbeyle beraber bir külliyeden ibarettir.

Konya’daki Selçuklu yapılarının en büyük ve anıtsal örneğini teşkil eden yapı, aynı zamanda Selçuklu başkentinin de en eski camii olup vakfiye ve vesikalarda “Cami-i Atik”, “Cami-i Sultan” gibi isimlerle zikredilmekte, “Medrese-i Sultaniye” olarak belirtilen bir de medresesinden bahsedilmektedir. Ancak bugün medreseyle ilgili olarak herhangi bir iz mevcut değildir. Aralıklarla devam eden kısa ve uzun süreli onarımlarında zaman zaman ibadete kapandığı Osmanlı Dönemi ve Cumhuriyet sonrası arşiv kayıtlarından anlaşılmaktadır. En son 1980 yılında başlayan uzun ve köklü bir restorasyon çalışmasıyla ibadete kapanan cami, 1996 yılında tamamlanarak hizmete açılmış olup, hâlen ibadet görevini yerine getirmektedir.

Geniş bir alanı kaplayan eser avlu ve harimden oluşmaktadır. Kıble tarafını teşkil eden harimden itibaren kuzeye yani avluya doğru yanlardan bariz bir şekilde daralmakta, buna bağlı olarak cephe ölçüleri de farklılaşmaktadır.

Avlu iki bölüm hâlindedir, ilk yapılan tarafı oluşturan avlunun doğu duvarı daha sade ve basit bırakılmış, buna mukabil bir kırılma yaparak devam eden batı uzantısı özenli taş ve mermer işçiliğiyle öne çıkmıştır. Ortadaki taç kapıyla birlikte bütün girişler ve kitabeler burada yer almaktadır. Kuzeyde üç, batıda bir kapısı bulunan avlunun yedi kitabesinden altısı kuzey birisi de batı duvarına işlenmiştir. Bu cephedeki diğer bir kitabe ise batı cephenin harim duvarı üzerinde yer almaktadır. Bu bölümün Şamlı Havlan oğlu Muhammed Usta tarafından yapıldığı belli olmakta, üslubu da bunu teyit etmektedir. Bunun yanında kitabelerde mütevelli Ayaz ile çini ustası Kerimüddin Erdişah’ın adı geçerken, külliyenin yapımına Sultan

I. İzzeddin Keykavus tarafından devam edilerek kardeşi Alâeddin Keykubat’ın tamamladığı anlaşılmaktadır.

Harim daha karmaşık bir plan şemasına sahiptir. Doğudaki kûfe planlı çok sütunlu bölümün caminin ilk inşa edilen “Ulu Cami” olduğu ve Sultan I. Mesut tarafından yaptırıldığı, vefatı üzerine oğlu II. Kılıçarslan tarafından tamamlanarak ibadete açıldığı ortaya çıkmakta, minberindeki kitabesi de bunu doğrulamaktadır. Harime giriş doğu ve kuzey cephelere açılan kapılarla sağlanmıştır.

Caminin orijinal mihrabı ile minberi ortadaki kubbeli bölümdedir. Mozaik tekniğinin en güzel uygulandığı örneklerden olan Selçuklu camilerinin en büyük çini mihrabı zamanla tahrip olmuş, XIX. yüzyılın sonlarında ortasına çirkin bir mermer mihrap monte edilmiştir. Mihrap önü kubbesi bilhassa, geçişlerdeki mozaik çinilerle dikkati çekmektedir. Minberi kündekari tekniğiyle işlenmiştir. Üzerinde II. Kılıçarslan’a ait kitabesi ile ustası Ahlatlı Mekki bin Berti’nin ismi bulunmaktadır. Sultan mahfili harimin güneybatı köşesindedir. Alâeddin Keykubat tarafından ilave edilen fevkani mahfile batı duvarından ayrı bir kapı açılmaktadır.

Fetih sonrası Türklerde şehirlere bir ulu cami inşası geleneğinin bulunmasından dolayı Sultan

I. Mesut tarafından iç kaleye yaptırılan ve saltanatı da temsil eden bu cami, diğer sultanların da zaman içindeki ilaveleriyle bugünkü durumuna gelmiştir. Bu bakımdan yapıda homojenlik söz konusu değildir. Böyle olmadığı kitabelerden de anlaşılmakta ve hiçbir Selçuklu eserinde karşılaşmadığımız çok sayıdaki kitabelerinin yardımıyla yapının bütün inşa safhalarını takip edebilmek mümkün olmaktadır. Mevcut kitabelerle, belge ve araştırmalardaki bulgular caminin yapımının farklı iki aşamada gerçekleştirildiğini ve doğu tarafındaki çok sütunlu büyük mekânın sultan

I. Mesut tarafından Konya’da ilk Ulu Cami olarak inşa edildiğini ortaya koymaktadır. Muhtemelen bitmek üzere olduğu ve son aşamasına gelindiği sırada henüz açılışını göremeden, yaptırdığı eserine vakıf tesis edip vakfiyesini tanzim ettirme fırsatı bulamadan vefat eden sultanın yerine geçen oğlu II. Kılıçarslan tarafından noksanları giderilerek ibadete açılmış -ve hatta adını kazdırdığı minberi de bu sultan koydurmuş olmalıdır. Minber kitabeleri de bu düşüncemizi teyit eder niteliktedir. Minberde yazılı olan ibarelerle, 1155 rakamı Sultan I. Mesut’un ölümü ve yerine II. Kılıçarslan’ın tahta çıktığı tarih olup, anlaşılan Kılıçarslan sultan olur olmaz ilk önce burasıyla ilgilenmiş, arkasından kendi adıyla anılan köşkünü yaptırmış, uzun saltanat yıllarının sonlarına doğru da ibadete açtığı bu caminin batısına türbesini inşa ettirmiştir. Oğlu I. İzzeddin Keykavus ise caminin şimdiki orta bölümünü ve batı kanadıyla kendi adına bir türbe yapımını (Mütevelli Atabeg Ayaz’a) emrederek inşasını başlatmış, ancak bitirmeye ömrü vefa etmeyince caminin eksik kalan diğer kısımları kardeşi I. Alâeddin Keykubat tarafından tamamlanarak ibadete açılmıştır. Keykavus’un Viranşehir’de ölmesi ve vasiyeti üzerine Sivas’ta yaptırdığı şifahanesinin türbesine defnedilmesinden dolayı avludaki yapımını başlattığı türbeye artık gerek kalmadığı için bu türbe bitirilmeden öylece bırakılmış olmalıdır.

Cami bugünkü durumuyla ortada mihrap ve minberin bulunduğu kubbeli bölüm ile bunun doğu ve batısına bitişen iki yan kanattan müteşekkildir. Kuzeye doğru çıkıntı yapan bu yan kanatlardan ilk yapılan doğudaki kûfe planlı ve çok sütunlu olan geniş mekân konum, plân ve mimarî olarak farklılık gösterirken, orta ve diğer yan bölümle organik bir bütünlük teşkil etmediği açıkça belli olmakta, bu durum birleşme yerlerindeki dilatasyon ve zorlamalardan da rahatlıkla izlenebilmektedir.

Birçok yerli ve yabancı araştırmacılar yapının ilk inşa bölümünün mihrap ve minberin bulunduğu kubbeli mekânın olduğu konusunda fikir birliği ederken, bazıları doğudaki bölümün daha önce yapıldığını, diğer tarafların sonradan buraya ilave edildiğini savunmuşlardır.

Birinci hipotezi savunanların en önemli kanıtlardan birisi caminin minberidir. Üzerindeki kitabelerden Sultan I. Mesut zamanında 1155 yılında yapıldığı ve ölmesi üzerine oğlu II. Kılıçarslan tarafından tamamlandığı, ustasının da Ahlatlı Mekki bin Berti olduğu açıkça yazılı olan bu minber ortadaki kubbeli mekânda ve mihrabın yanındadır. Buradaki mihrabın kubbe geçişlerindeki orijinal mozaik çinilerin durumu, Selçuklu camilerindeki mihrap önü kubbesinin yeri ve geleneği vb. gibi ipuçları ilk bakışta bu orta bölümün ilk yapılan kısım olduğuna işaret ediyor görünse de yapıdaki kitabelerin tetkikinden ve yapılan sondajlardaki kanıtlardan böyle olmadığı ve doğudaki mekânın daha erken yapıldığı ortaya çıkmaktadır.

Selçuklu şehirlerinde sultanlar tarafından veya bunların adına devlet ileri gelenlerince yaptırılan bir “Ulu Camii” geleneği söz konusuyken başkent Konya’da bulunmaması mümkün değildir. Bu camii 1201 tarihli Altunaba Vakfiyesi’nde adı geçen sarayın yanındaki “Camiü’l-Atik” yani Ulu (Eski) Camii’dir. Bugünkü caminin kitabelerinde, minberde Sultan I. Mesut ile II. Kılıçarslan’ın, Sultanlar Türbesinde II. Kılıçarslan’ın, avlu duvarında da I. İzzeddin Keykavus ve I. Alâeddin Keykubat’ın isimleri geçmekte, buna mukabil Sultan I. Mesut’un adı minberde olduğu halde duvar kitabelerinde bulunmamaktadır. Oğlu Kılıçarslan’ın da minber ve türbede ismi yazılı olduğu hâlde caminin duvar kitabelerinde yer almaması bu iki sultanın sonradan yapılan ilavelerle ilgileri olmadığını gösterir. Diğer bir ifadeyle sonraki ilaveler I. Keykavus ve Keykubat tarafından gerçekleştirilerek yapı tamamlanmıştır. Sultan Keykavus kitabelerin birisinde caminin imarını, diğerinde de türbe ile birlikte caminin yapılmasını mütevelli Ayaz’a emrederken, Sultan Alâeddin Keykubat da yine başka bir kitabede aynı Ayaz’a caminin tamamlanmasını emretmekte ve Ayaz da Keykubat’ın mütevellisi olarak 617/1220’de eserin tamamlandığını başka kitabeyle tescil etmektedir. Ayaz ayrıca kendisinin mütevelli, mimarının da Şamlı Muhammed bin Havlan olduğunu bir diğer kitabeye kazdırmıştır. Bu durumda mütevelli Atabeg Ayaz’ın Şamlı Havlan oğlu Mehmet Usta ile birlikte Sultan Keykavus ve Keykubat’ın emrinde çalıştığı, Yusuf bin Abdülgaffar’ın II. Kılıçarslan Türbesini inşa ettiği, Ahlatlı Hacı Mekki bin Berti’nin de Sultan I. Mesut’un ahşap ustası olduğu anlaşılmaktadır. İşte Sultan Mesut’un bu Ahlatlı ustaya yaptırdığı 1155 tarihli minberin konduğu daha eski tarihli bir cami olması gereken yer burası zannedilmiş ve kubbeli mekânın ilk yapılan bölüm olduğu sanılmıştır.

Alâeddin Keykubat döneminin ustalarından birisi de Kerimüddin Erdişah’tır. Cami avlu duvarının kuzey-batı köşesindeki kemerli bir niş içinde verilen kapısının üstünde adı geçmektedir. Lacivert üstüne beyaz olarak kabartılan çini kitabedeki bu ustanın caminin çinilerini yapan sanatkârı olduğunu hemen bütün sanat tarihçileri kabul etmiş ve ismini çiniye işlemesinin nedenini de mesleğine bağlamışlardır. Doğru bir teşhis olduğunu düşündüğümüz bu rozet kitabede Alâeddin Keykubat’ın adı geçmese de sıfatı “es-sultan el-muazzam” olarak yazılmış ve 617/1220 tarihi düşülmüştür. Bu durumda 616/1219’da Keykavus’un başlattığı eserin 617/1220’de Keykubat’ın uhdesinde çinileriyle beraber bitirilerek kitabenin bu kapıya konduğu söylenebilir. Öyleyse Alâeddin Keykubat’ın bu ustası mihrap ve kubbenin çinilerini yapan sanatkârdır ve çinilerini yaptığı yerler de Keykubat döneminin ilave bölümleridir. Yani ilk yapılan değil son yapılanlardır.

Doğudaki çok sütunlu mekânın ilk inşa edilen kısım olduğunun kanıtlarından birisi de duvardaki kırıklıktır. Buranın kıble ve avlu duvarıyla Keykubat’ın tamamlattığı orta ve batı bölümün duvarları aynı doğrultuda olmayıp birleşme yönlerinden kırılma yapmaktadır. Güney cephedeki kırılmanın kıble yönünün belirlenmesiyle alâkalı olduğu ve kırılmanın avlu duvarında da aynı eksen üzerinde devam etmesinin bu kısımların ayrı zamanlarda düşünülerek ele alındığını ve dolayısıyla da dönem farkı bulunduğunu ortaya koymaktadır. Buna bağlı olarak doğudaki bölümün kıble duvarına sık ve aynı aralıklarla açılan pencerelerin orta yerde açılmayarak aradaki geniş bir alanın sağır bırakılması bir mihrap yerinin olduğuna işaret etmektedir. Nitekim XIX. yüzyılın sonlarına ait fotoğraflarda burada bir mihrap görülmekte ve kaynaklarda da bahsedilmektedir. Ayrıca bu cephedeki mihrabın istikametinin 14° doğu olduğu, hâlbuki Konya’da kıble yönünün 24° doğu olması gerektiği bilimsel olarak kanıtlanmış ve böylece ilk yapılmış bölüm olan doğu taraftaki 14°lik hatalı duvar sonradan 24°’ye göre düzeltilerek normal duruma getirilmiştir. Böyle bir düzeltmede bu kırılmanın olması kaçınılmazdır ve Keykubat’ın mimarı Şamlı Muhammed Usta da estetiği bozma uğruna da olsa ilk yapılan kısımdaki hatadan dönerek doğru olanı yapmıştır. Nitekim Halûk Karamağaralı’nın Vakıflar Genel Müdürlüğü ile beraber 1964 yılında yaptığı araştırma ve sondaj çalışmaları neticesinde kıble ve avlu kuzey cephesindeki kırılma yerlerini birleştiren hat üzerinde avlu batı duvarının temeli bulunmuş ve doğu duvarı ile aynı kalınlıkta olduğu tespit edilmiştir. Sonradan cami ile beraber avlu da genişletildiği için fonksiyonu kalmayan bu duvar ortadan kaldırılarak buranın avlusu da diğerine katılmış, ancak ileride yok olmasını önlemek için bu duvar zeminden biraz yüksekçe örülerek belirlenmiştir.

Cami her ne kadar inşaatını tamamlayan Alâeddin Keykubat’ın adıyla anılmış olsa da aslında Konya’nın ilk “Ulu Camii” olarak Sultan I. Mesut tarafından inşa edildiği anlaşılmakta ve Altun-aba Vakfiyesi’nde adı geçen Alâeddin Tepesi’ndeki eski caminin (Camiülatik) doğudaki ilk yapılan çok sütunlu bölüm olduğu kesinlik kazanmaktadır. Diğer sultanların yaptığı ilavelerle bugünkü plan şemasını almış, ancak zamanla geçirdiği onarımlarla –bazı unsurların dışındaözgünlüğünü büyük ölçüde kaybetmiştir.

Alâeddin Tepesi nezdinde Selçuklu başkenti Konya’yı taçlandıran bu eser farklı coğrafya ve ekollerden gelen sanatkârların şekillendirdiği yeni bir sentez oluştururken, altmış beş yıllık uzun inşa dönemiyle de Selçuklu mimarisinde görülmeyen bir uygulamaya örnek teşkil etmiştir.

Alaeddin Camii (Ahmet Kuş)
Alaeddin Camii iç görünüşü (Haşim Karpuz
Alaeddin Camii planı (Oktay Aslanapa)

YAŞAR ERDEMİR

BİBLİYOGRAFYA

  • Oral, 1957, 45-62; Karamağaralı, 1982, 121-132; Abicel, 1988, 27-70; Oğuzoğlu vd., 1988, 77-125; Atçeken, 1989, 75-88; Erdemir, 1989, 60-70; Yurdakul, 1996, 123-170; Effenberger, 2006, 113-122; Duran, 2006, 23-30.