ALÂEDDİN SİYAVUŞ

Cimri lakabıyla tanınan düzmece şehzade. (ö. 1277)

Kırım’da bulunan II. İzzeddin Keykavus’un, oğullarından olduğunu iddia eden ve kaynaklarda adı Melik Mesud, Keyhüsrev; lakabı Gıyaseddin ve Rükneddin, künyesi Ebu’l-feth şeklinde geçen Alâeddin Siyavuş, Karadeniz yoluyla Anadolu’ya gelerek Karaman ilinde ortaya çıktı. Anadolu’ya gelmeden önceki hayatı ile ilgili bilgi yoktur. Kaynaklara göre bu kişi aslında Selçuklu hanedan ailesine mensup olmadığı hâlde kendisini bir şehzade olarak gösteren bir Türkmen dervişidir.

Moğol hâkimiyeti altındaki Türkiye Selçuklu sultanı III. Gıyaseddin Keyhüsrev’e karşı harekete geçen Karamanoğlu Mehmet Bey yanında Alâeddin Siyavuş olduğu hâlde Konya üzerine yürüdü. Naib Emineddin Mikâil tarafından savunulan Konya’yı kuşatan Mehmet Bey ve 7 Zilhicce 675 (12 Mayıs 1277) tarihinde şehre girdi ve 14 Zilhicce 675 (19 Mayıs 1277) Salı günü sultan olarak Alâeddin Siyavuş’u Türkiye Selçuklu tahtına oturttu. Konya’da Siyavuş adına hutbe okutuldu ve para bastırıldı. Mehmet Bey de vezirliğe getirildi. Bundan sonra divandan bir karar çıkartılarak Mehmet Bey tarafından devletin resmî dili Farsçadan Türkçeye çevrildi. Siyavuş’un konumunu güçlendirmek isteyen Mehmet Bey onu IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın kızı ile evlendirmek istiyordu. Bunu kabul etmek durumunda kalan kızın annesinin zaman kazanmak için çeyiz hazırlığı bahanesiyle istediği dört aylık süre talebi kabul edildi. Bu sırada Sahip Ata-oğullarının ordu toplayıp Konya’ya doğru ilerlediklerini haber alan Siyavuş ve Mehmet Bey onları karşılamak için Akşehir’e doğru yürüyüşe geçtiler. İki taraf arasında yapılan savaşı Karamanlılar kazandı. Başta Sahip Ata-oğulları olmak üzere pek çok devlet adamı bu savaşta öldürüldü (26 Mayıs 1277). Onlar bundan sonra Karahisar (Afyon) üzerine yürümüşlerse de çok muhkem olan kaleyi alamadan Konya’ya dönmüşlerdir. Bu gelişmeler üzerine III. Gıyaseddin Keyhüsrev, Sahip Ata Fahreddin Ali ve İlhanlı şehzadesi Kongurtay büyük bir Moğol ordusuyla Konya’ya doğru hareket etti. Mehmet Bey, onlara karşı koyamayacağını anlayarak Siyavuş ile birlikte Konya’dan Ermenek dolaylarına çekildi. Böylelikle otuz yedi gün süren Alâeddin Siyavuş’un Konya hâkimiyeti sona erdi.

III. Gıyaseddin Keyhüsrev ve Fahreddin Ali yanlarındaki Moğol kuvvetleriyle beraber Mut (İçel) Ovası’na girdiler. Mehmet Bey, Siyavuş’u İçel’deki kalelerden birisine göndermiş kendisi de yakınlarıyla keşfe çıkmıştı. Ancak Kurbağahisarı’nda bir Moğol karakolu tarafından dar bir geçitte sıkıştırılan Mehmet Bey, iki kardeşi ve amcasının oğluyla beraber burada oklanarak öldürüldü. Onun öldürüldüğünü haber alan Siyavuş, Türkmenlerden kuvvet toplamak için Develü-Karahisar dolaylarına çekildi. Ancak onu takip eden III. Gıyaseddin ve Fahreddin Ali, burada Pınarbaşı mevkiinde yapılan savaşta onu yenilgiye uğrattılar (Muharrem 678/ Mayıs-Haziran 1278). Kaçmaya çalışan Siyavuş, sultanlara mahsus kırmızı çizmelerinden ve yanındakilerin davranışlarından tanınarak Germiyanlı Alişir-oğlu Hüsameddin’in Türkmenleri tarafından yakalandı. Sultan III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in huzuruna çıkarılan Siyavuş, daha sonra canlı canlı derisi yüzülerek öldürüldü ve içine saman doldurularak Konya ve diğer şehirlerde teşhir edildi.

Ölümünden sonra Konya’yı yağma ve tahribinden dolayı onu küçük düşürmek ve alay etmek için kendisine Türkçede ve Farsçada “eşkıya, serseri, dilenci, sefil” anlamlarına gelen “Cimri” lakabı verilmiştir. Kısa bir süre Selçuklu tahtına oturan Siyavuş’un bastırdığı sikkelerin bazıları günümüze kadar gelmiştir.

SEFER SOLMAZ

BİBLİYOGRAFYA

  • Aksarayî, Müsameretü’l-ahbar, 48, 96, 98, 101-103; Anonim Selçukname, 39-41; Mansurî, 1941, 90; İbn Bibi, el-Evamir, 1996, II/201-206, 209-212, 215-216, 233, 236-238; Müneccimbaşı, Tarih, 2001, II/119-121; Artuk-Artuk, 1971, I/380; Anadolu’da Türkler, 1984, 280-283; Komisyon, İslâm Tarihi, 1994, VIII/194-197; Konyalı, Konya Tarihi, 1997, 142-143, 149-150, 216-218, 740-741; Merçil, 1991, 161-162, 296, 302, 316; Turan, 1993, 560-573, 579-580, 582, 584, 589,609; Uzunçarşılı, 1988, 5-7, 40, 55, 150; Ünal, 1986, 72-86; Alptekin, 1992, 336-338; Artuk,1958, 151-160; Artuk, 1972, 287-296; Aykut, 1988, 475-483; Merçil, 2002, 524-525; Sağlam, 1945, 299-303; Sümer, 1970, 55; Tekindağ, 2001, 319.