BEŞ ŞEHİR

Beş şehrin monografisinin yer aldığı A. Hamdi Tanpınar’ın ünlü eseri.

Beş Şehir’in yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar 23 Haziran 1901’de İstanbul’da doğdu; 24 Ocak 1962’de aynı şehirde vefat etti. Kadı Hüseyin Fikri Efendi ile Nesibe Hanım’ın oğludur. Bütün öğrenim hayatı babasının görevleri sebebiyle değişik yerlerde geçti. Ölünceye kadar çok çeşitli meslekleri yürüttü. 1943-1946 yılları arasında da TBMM’de VII. Dönem Maraş milletvekilli olarak görev yaptı.

Şair, hikâye ve roman yazarı, edebiyat tarihçisi, çevirmen, denemeci ve edebiyat profesörü olarak tanındı ve döneminin önemli edebiyat olaylarına tanıklık etti.

Başlıca eserleri; Şiirler, Huzur, Yaz Yağmuru, Mahur Beste, Tevfik Fikret, Beş Şehir’dir.

Gençlik yıllarında kısa bir süre Konya’da bulunmuş, edebiyat öğretmeni olarak ikinci görevini Konya’da gerçekleştirmiştir.

Babasının 1916 yılında Kerkük’ten Antalya’ya tayini sırasında, bir süre Konya’da kalır. O günlerde konakladıkları evi, daha sonra Beş Şehir’de anlatacaktır.

İlk öğretmenliğe başlamasından iki yıl sonra Erzurum’dan Konya’ya atanır. O, burada 1925-1928 yılları arasında Konya Lisesinde görev yapacaktır. Bu geliş onunla Konya’yı tanıştıracak, Konya’nın Beş Şehir’de yer almasını sağlayacaktır.

Tanpınar, Konya’da bulunduğu sürede ilimizle ilgili hiçbir yazı veya şiir kaleme almadığı gibi, başka konularda da kalem oynatmamıştır. Bu dönemde İstanbul dergilerinde yer alan bazı şiirlerin ise yazılış tarihlerini belirlemek zordur.

Beş Şehir’i oluşturan ilk dört şehir ile ilgili yazılar, çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanır: Bursa 1941, 1943; Ankara 1942, Erzurum 1944, İstanbul 1945. Konya ise, herhangi bir yerde yayımlanmadan kitaba alınmıştır. İllerin sıralaması ise şöyledir. Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul.

Tanpınar, diğer dört ilde uyguladığı yöntemden farklı olarak Konya’nın tarihine ağırlık verir ve görgüsüne dayanan Konya’ya son birkaç sayfayı ayırır. Beş Şehir ile ilgili olarak bir ansiklopedimizde yer alan tespitler son derece yerindedir:

“Tanpınar’ın düzyazıları arasında olduğu kadar, Türkçede de şehir monografileri arasında özel bir yeri olan Beş Şehir gerek düzyazı sanatı, gerekse içeriği bakımından dikkate değer yapıtlardandır.” (Komisyon, 2001, II/792).

Beş Şehir’in en önemli özelliği, buradaki konuların birer şehir monografisi olmaktan ibaret kalmamasıdır. Buralarda tarih bilgisinden ziyade tarih kültürünün, sanat tarihi tasvirlerinden çok sanatçı sezgisinin, bir toplum kurumunun şematik-sosyolojik incelenmesi yerine de sıcak insani değerlerin ön planda olduğu görülür.” (Komisyon, 2001, II/792).

Tanpınar’ın Konya’yı anlatmaya başlaması üç yılını Konya’da geçiren genç bir edebiyat öğretmeni ve bir şairin ruhundan kopan duyguların ifadesini taşımaktadır. O, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde yakaladığı Konya’yı, milletvekilliğinin sağladığı kolaylıklarla, eski günlerini hatırlayarak yazmış olmalıdır. O, Konya’ya şöyle başlar:

“Konya, bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. Konya’ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bir serap vehmi karşılar. Çok arızalı bir arazinin arasından ufku daima bir ışık oyunu, bir rüya gibi takılır.” (Tanpınar, 2009, 65).

Öğrencisi olan Prof. Dr. Orhan Okay, Tanpınar’ın Konya’sını şu satırlarla değerlendirir:

“Tanpınar’ın bu şehir üzerine yazdıkları, yaşayan insanlardan çok tarihî şahsiyetler hakkındadır ve müşahededen ziyade kitabi bilgilere dayanır. Bununla beraber tarihî olayları ve insanları anlatırken de dikkate değer yorumlar getirir.” (Okay, 2010, 138).

Gerçekten de Beş Şehir’de; Alâeddin Keykubat, Mevlâna, Sultan Veled gibi kişi adları; Alâeddin Tepesi, Konya Kalesi, İnce Minare gibi mekânlar; Mesnevi ve Mevlevi gibi Konya adıyla bütünleşen kavramlar sıkça yer alır.

Bize göre Konya’nın Beş Şehir’deki yeri iki açıdan önemlidir. Bunlardan ilki, tarih olaylarını bir edebiyat tarihçisi olarak yorumlamak, ikincisi ise bir şehrin iki üç yıllık sosyal tarihini yine bir edebiyat tarihçisi olarak gözlemlemektir Konya bölümünün son sayfalarında şehrin 1925-1928 yıllarından canlı kesitler bulmak mümkündür. Türküler, eğlence âlemleri, Mevlevi ayinleri, oyun havaları, vb.

Onun, bir başka tespiti ise, kültür hayatımızla ilgilidir. Bu konuda şöyle demektedir: “Konya’da Mevlâna kadar yükseklerde uçmasa bile varlığını bize onun kadar kuvvetle kabul ettiren… bir varlık daha vardır: Folklor.” (Tanpınar, 2009, 89). Bu tespitte, Konya’daki günlük hayatta iç içe olduğu insanlardan aldığı ilhamın izlerini bulabiliriz.

Onun, Konya’da unutamadığı iki de mekân vardır. Bunlardan ilki Antalya’ya giderlerken bir süre kaldıkları evdir. “1916 yaz sonu idi. Hükümet Meydanının arkasında, o küçük kerpiç duvarları beyaz kireçle badanalanmış, genişçe eyvanı bütün sonbahar güneşini alan evlerden birinde oturuyorduk.” (Tanpınar, 2009, 90).

Tanpınar’ın ikinci mekânı, görev yaptığı okulun bir bölümüdür. “Eski Konya Lisesi’nin üst katında ufak bir odada yatardım.” (Tanpınar, 2009, 90). Devamında anlatılanlar ise okulun yanı başındaki hapishaneden gelen türkülerle sabaha karşı şehre giren meyve ve sebze yüklü at arabalarının sesleridir.

Merhum Tanpınar’ın en çok basılan eserinin Beş Şehir olduğunu söylersek, (Eylül 2009, 26. bs.) bu eserin önemini, onunla birlikte Konya’nın yerini belirtmiş oluruz.

KONYA

 

Konya, bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. Konya’ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bu serap vehmi karşılar. Çok arızalı bir arazinin arasından ufka daima bir ışık oyunu, bir rüya gibi takılır. Serin gölgeleri ve çeşmeleri susuzluğumuza uzaktan gülen bu rüya, yolun her dirseğinde siline kaybola büyür, genişler ve sonunda kendinizi Selçuk Sultanlarının şehrinde bulursunuz.

Dışardan bu kadar gizlenen Konya içinden de böyle kıskançtır. Sağlam ruhlu kendi başına yaşamaktan hoşlanan, dışardan gösterişsiz, içten zengin Orta Anadolu insanına benzer. Onu yakalayabilmek için saat ve mevsimlerine iyice karışmanız lâzımdır. Ancak o zaman çeşmelerinden akan Çarbağ sularının teganni ettiği sırrı, zengin işlenmiş kapıların ardında sırmalı çarşafı içinde çömelmiş eski zaman kadınlarını andıran Selçuk âbidelerinin büyüklük rüyasını, türkü ve oyun havalarının hüznünü ve bu, oyunların ten yorgunluğunu duyabilirsiniz.

Konya insanı ya bir sıtma gibi yakalar, kendi âlemine taşır, yahut da ona sonuna kadar yabancı kalırsınız. Meram bağlarının tadını alabilmek için ona yerli hayatın içinden gitmek lâzımdır. Konya tıpkı Mevlevîlik gibi bir nevi initiation ister.

Bu alışma bittikten sonra şehir yavaş, yavaş, size, tıpkı bugün için verebileceği her şeyi verdikten sonra, sizden uzakta geçmiş çocukluğunu ve gençliğini de hediye etmek isteyen, kesik, başıboş, hatırlamalarla onları anlatan, güzel ve sevmesini bilen bir kadın gibi mazisini açar. Ve siz dinlediğiniz bu hikâyelerin arasından sevdiğiniz, güzelliğine ve olgunluğuna hayran olduğunuz kadını nasıl şimdi küçük ve nazlı bir çocuk, biraz sonra ürkek bir genç kız veya ilk aşkların heyecanların içinde henüz çok tecrübesiz bir kadın olarak görür ve hiç tanımadığınız o günlere ait bin türlü sevimliliğin, cazibenin, tuhaflığın, korku ve telâşın, azabın arasından onu başka bir mahlûk gibi sevmeye başlarsanız, Konya’yı da bu yeni tanıdığınız hüviyetiyle öyle yeni baştan, onunla beraber bu geçmiş zamanına eğilerek ve âdeta ona hasret çekerek ve artık bu maziyi ve onun kudretini iyice tanıdığınız için onun arasından bütün bütün sizin olacağına bir türlü inanmayarak sever ve tanırsınız.

O zaman mektep kitaplarında okuduğunuz, fakat sergüzeştlerini bir türlü bir çerçeveye sıkıştıramadığınız için muhayyilenizin boşluğunda silâhları, muzaffer orduları veya hazin talihleriyle yersiz yurtsuz gölgeler gibi dolaşan bir yığın insan sizin için başka türlü canlanır. Etrafınızı kınları ve altın kabzaları mücevherlerle süslü, çeliklerinde âyetler ve Şehname beyitleri yazılı, ağır, eski zaman kılıçlarına benzeyen bir yığın hükümdar ve vezir ismi alır. Kur’an’dan, Şehnâme’den ve Oğuz Destanı’ndan beraberce koparılmış mücevherlere benzeyen bu Selçuk adları... Müslüman Asya’nın büyüklük ve debdebe nâmına tanıdığı şeylerin hepsi bu adlara ve onları sanki ağır sırmalı kaftanlarla, ince örgülü, gümüş ve altını bol zırhlarla giydiren, başlarına taçlar gibi oturan, yahut da bu isimlerin etrafında doğdukları, memleketten, kazandıkları muharebeden o kadar hatırlatıcı zeminler yapan, çoğu halife menşurlarıyla gelmiş lâkap ve unvanlardadır.

TANPINAR, Ahmet Hamdi (1992), Beş Şehir, MEB Yay., İstanbul, s. 71-73.

SAİM SAKAOĞLU

BİBLİYOGRAFYA

  • Okay, 2010; Tanpınar, 2009; Komisyon, 2001, 788-792.
  • ​​​​​​​TANPINAR, Ahmet Hamdi (1992), Beş Şehir, MEB Yay., İstanbul, s. 71-73.