ÇİNİCİLİK

Duvar süslemesinde kullanılan bir yüzü sırlı, pişirilmiş toprak plaka.

Çini kelimesi, önceleri halk arasında hem sırlı duvar kaplamaları hem de kap-kacak türünden ev eşyası olarak tanımlanmıştır. Zamanla bilimsel yayınlarda bu tanımlama değişmiş; kâse, tabak, vazo gibi kap-kacak türünden eşyalara seramik, duvar kaplamalarına çini adı verilmiştir.

Duvar süslemesinde kullanılan bir yüzü sırlı, pişirilmiş toprak plaka.

 

Osmanlı Döneminde günlük hayatta kullanılan kap kacaklar için “evânî”, duvar kaplamaları için de “kâşî” terimi kullanılmaktaydı. Daha sonraları Farsçada “Çin’e ait” demek olan “Çînî” kelimesi kullanılmaya başlanılmıştır.

Selçuklu mimarisinde iç ve dış dekorasyonda çini çok önemli bir yer tutmuş ve özellikle de cami, mescit, minare, medrese, hamam, saray, türbe gibi mimari yapıların çeşitli bölümleriyle sandukalarda kullanılmıştır. Mimari ile organik bir bütünlük sağlayabilen çini malzeme iç mimaride kemerler, eyvanlar, pencereler, mihraplar, kubbe ve kubbe geçişleri, zemin ve duvar yüzeylerinde; dış mimaride ise kemerler, girişler, kubbe kasnakları, pencereler ve cephe yüzeylerinde dekorasyon elemanı olarak görülmekte bilhassa da minarelerde tuğla ile birlikte öne çıkmaktadır.

Selçuklu çinilerinin, Konya esas olmak üzere belli merkezlerdeki fırınlarda üretildiği, ihtiyaç duyulan yerlere de bu merkezlerden gönderildiği kabul görmüş, ancak Kubadabad Sarayı’nda* olduğu gibi çinilerin genellikle yerel fırınlarda üretildiği buluntularla sabitleşmiştir.

Çinilerde kullanılan turkuaz, manganez moru, kobalt mavisi, yeşil, beyaz, siyah ve kemik renklerinin uyumu ile meydana getirilen kompozisyonlar, özellikle sıratlı çinilerin kendilerine özgü stilleri, desenlerindeki bazen realist, bazen fantastik uygulamaları ve bunların anlamlı beraberliği, estetik bir hazzın yanı sıra Selçuklu sosyal ortamının ve sanat dünyasının algılanmasını, anlamlandırılmasını sağlayan pek çok ipucu vermektedir.

İnsan tasvirinin yanı sıra çok çeşitli hayvan figürünün, Selçuklu masal ve sembol dünyasına ışık tuttukları, kendilerine özgü stilleri ile bir geleneği devam ettirdikleri aşikârdır. Bitkisel bezemede Rumi ve palmet motifleri ağırlıklıdır. Ancak bunların dışında stilize edilmiş çok çeşitli bitki motifi çiniler üzerinde tam bir kompozisyon oluşturdukları gibi insan ve hayvan figürlerinin çevrelerinde de yer alabilmektedir.

Türkiye Selçuklularından beri yapılmış en basit çiniler tek renkli sırlı levhalardır. Bunlar firuze, lacivert, yeşil veya mor renkte olur. Mozaik çiniler de iki çeşittir. Örnekler ya kakma tekniğiyle önceden hazırlanmış küçük parçaların bir araya getirilmesiyle oluşur yahut da tek renkli büyük levhalardan kesilen şekillerin birleştirilmesiyle elde edilir. Mozaik tekniğine benzeyen ve sahte mozaik diyebileceğimiz bir teknik de kazıma (kaşitraş) tekniğidir. Bu teknikte tek renkle sırlanmış levhalarda örnek ya zeminin kazılmasıyla ortaya çıkarılır ya da sadece örnek kazılıp zemin sırlı olarak bırakılır. Mozaik çinilerde her renk en uygun ısı ile ayrı ayrı fırınlanmış olduğundan bunlarda renkler çok parlak ve kaliteleri çok yüksektir.

Minai denilen teknikte üç defa fırınlamak suretiyle sıratlı ve sır üstü olarak yedi renk tespit edilir. Sır üstü tekniklerinde çinkolu mat bir sır, diğer tekniklerde ise kurşunlu şeffaf sır kullanılır.

Sır altı tekniğinde, çini levhalara önce bir astar çekilerek sonra istenen örneğin konturları çizilir, konturlar içerisine renkler doldurulur. Böylece hazırlanan çini levha sır içine daldırılıp kurutulduktan sonra fırına verilir. Fırında ince bir cam tabakası halini alan renksiz, şeffaf sır altında bütün renkler ve desen parlak şekilde görülür.

Konya’da II. Kılıçarslan tarafından XII. yüzyılın sonlarında yaptırılmış olan Alâeddin Köşkü’nden* kalan kazılarda ele geçirilen çinilerin birçoğu güç bir teknik olan minai tekniğiyle yapılmıştır. Bunlar; ortalarında altı köşeli yıldız şeklinde bir çini ile bunun etrafını çeviren daha büyük parçalardan meydana gelen diğer bir yıldızın köşeleri baklava biçimli çinilerle doldurularak büyük bir sekizgen haline getirilmiş sahaların tekrarından ibarettir. Haçvari çinilerle birleştirilmiş sekiz köşeli yıldızlar ve diğer şekillerde çiniler de vardır. Bütün bu çiniler yedi renkli göz kamaştırıcı dekorlarıyla köşkün duvarlarını süslüyordu.

Alâeddin Keykubat’ın* (1220-1237) Beyşehir Gölü kıyısında yaptırdığı Kubadabad Sarayı harabelerinde yapılan kazılarda sır altı ve lüster tekniğiyle yapılmış bol miktarda çini parçası ele geçirilmiştir. Bunlarda insan figürleri yanında çok canlı ve kıvrak hareketlerle resmedilmiş hayvan ve kuş figürleri dikkati çeker. Tek ayak üzerinde karşılıklı iki leylek veya göl kuşu figürü kompozisyon bakımından çok ileri bir üslup gösteriyor. Kubadabad çinileri içinde, üzerinde “sarây-ı cihân” gibi yazılar olan figürlü çiniler de bulunmuştur. Ayrıca haçvari formlu olup, firuze sır altına siyah dekorlu çiniler de ele geçirilmiştir. Bunlar Konya Karatay Çini Eserleri Müzesi’nde* sergilenmektedir.

Saraylardaki bu zengin figürlü, neşeli ve ferah çini dekoruna karşılık dinî yapılarda tamamıyla değişik ciddi bir çini mozaik üslubu hâkim olmuştur. Cami, medrese ve türbelerde mihrapları, duvarları ve bazen kubbelerin içini kaplayan bu çiniler ekseriya mozaik tekniğiyle ve bazen levhalar hâlinde yapılmıştır. Konya’da bu çeşit çinilerin en önemli ve eski örnekleri 1220 tarihinde tamamlanan Alâeddin Camii’nin* mihrap bordürlerini ve kubbenin üstüne oturduğu üçgen sahaları kaplamaktadır. Bunlar teknik ve üslup bakımından tam olgunluk hâlindedir. Konya’daki bu caminin çinileri geometrik, nebati ve yazı dekorunun zengin ve olgunlaşmış örneklerini gösteriyor ki; bu hâl Türkiye Selçuklularının çini sanatını da beraberlerinde getirdiklerine işaret eder. Yine Konya’ da 1242 tarihli Sırçalı Medresenin* çini mozaikleri ise daha zengin ve ahenkli çeşitlilikler gösterir. 1251 tarihli ve hâlen Selçuk çini müzesi olan Karatay Medresesinin duvarlarını ve kubbesinin içini kaplayan eşsiz çini dekoru bu yapıda çok değişik ve esrarlı bir mekân tesiri yaratmaktadır. Duvarlar aslında çini ile kaplı iken bunların önemli bir kısmı dökülmüş yerleri boş kalmıştır. Kubbe dekoru ve duvarları süsleyen çiniler, Türkiye Selçuklularındaki çini mozaiklerin en gelişmiş devresini gösteriyor. Burada geometrik motifler ve yazı dekorasyonu hâkim olmuş, nebati motifler ise ikinci plana itilmiştir.

M 1258 tarihli Sahip Ata Camii* ile M 1282 tarihli türbesinin çinileri de zengin bir koleksiyon meydana getirir. M 1274 tarihli Sadreddin Konevi Camii* ile tarihsiz bir yapı olan Sırçalı Mescit’in* mozaik çinili mihrapları Selçuk çini sanatının en nadide eserleri arasında yer alır.

Beyşehir’de M 1299 tarihli Eşrefoğlu Camii’nin* iç kapısı ve mihrabıyla mihrap önündeki kubbesinin içi de zengin mozaik çinilerle kaplıdır. Bitişiğindeki M 1301 tarihli Eşrefoğlu Süleyman Bey Türbesi’nin* kubbe çinileri ise Karatay Medresesinin kubbesini kaplayan mozaik çinilerden sonraki en zengin uygulamadır.

XIII. yüzyılın bol ve zengin çeşitli çini dekorlarına karşılık XIV. yüzyılda Türk çini sanatında bir duraklama ve azalma görülür. Fakat bu durgunluk XV. yüzyıldan itibaren toparlanarak önceki devirlerden farklı olarak yepyeni bir çini sanatının doğuşunu hazırlayacak ve teknik, renk, form, sır, konu ve kompozisyon olarak daha da zenginleşerek zirveye ulaşacaktır.

Kubad-Abad Sarayı duvar çinileri

NURAY ÖYKE

BİBLİYOGRAFYA

  • Erdemir, 2009, 87-131; a.mlf., 2009, 58-89; a.mlf., 2009, 138-148; Arık, 2000, 30-41, 43-203; Arık-Arık, 2007, 54-168; Öney, 1976, 19-22-25-27 vd.; Yetkin, 1986; Erdemir, 1999; Önder, 1961; Aslanapa, 1965; Erdemir, 1989, 60-70.